Hayat Söz Dinlemez!
“Neyin eksik diye soruyorsun. Yaşam, eksik olan bu işte!” Rosa Luxemburg
Gelişi güzel, şans, tesadüf veya mucize diye bir şey var mı bilemiyorum. Belki de yanılgılarımızı gizlemek adına bilmeden uydurduğumuz bir şeydir. Yaşamda edindiğimiz birikimler, tutunduğumuz dallar, sürüklendiğimiz yenilgiler, başarısızlık korkuları, hayatımızdan kopup giden gün batımları ve bize suskunluk ve de donukluk veren hayal kırıklıkları tercihlerimizin paslı sivri uçlarının tattırdıkları değil midir?
Çetin Balanuye: “İnsan, insan esiri bir 'dil-tarih-kültüre' doğar ve onda yaşar. Dolayısıyla tüm bilme-anlamlandırma çabamız 'sıradan bir insan söylemi' olmaktan öteye geçemez." İnsan, doğa ve doğal olaylar sürekli etkileşim halinde ve yeni kuvvetleri üretir. Bazen bir soru, bazen bir bakış, bir soğuk esinti, bazen de başka varlıktan yansıyan bir his yeni oluşlara ve yeni tepkilere, yeni varlıksal olgulara zemin olur. Tüm benzer aktiviteler bizim planlayarak belirlediğimiz aktiviteler değildir.
Sokrates: “Elde ediliş biçimini sonuçtan ayrı değerlendirmiyorum. Erdemi en büyük değer bilen bir insan için, sonucun elde ediliş biçimi de sonuçtur.” Bir şeyin varoluş şekli varoluşu kadar önemlidir. Erdem; bilmekle, sorgulamakla ve düşünmekle gidilen yolun sürecinden bağımsız değildir. “Hayat varılan bir şey mi ki? Minnacık ömrün içinde sayısızca hayatın değirmen taşları kendiliğinden öğütür ve bizde izler bırakır. Esas yücelik, esas erdem, esas özgürlük ve adalet yola işlenen nakışların kendisidir.
Gerçeklik, doğru, iyilik ve hakikat yanılır mı anlaşılmaz bazen. Ama çabalarımızı, bilme niyetimizi ve öğrenme arayışlarımızı; daha az yanılgılı, daha az yenilgiyle sürdürmek ve ölçülü olmasına özen göstermek elimizdedir. “Hayat söz dinler mi?” İnsan hayata ne zarar verebilir ne de onu aksatabilir. Ama hayatla doğrudan ilişki kurabileceğimiz yolları bilgeler, düşünürler ve aktivistler bize miras bıraktı. Hayatın kendi doğasındaki ikilem ve zıtlıkları ötelemeden; uyumlu birliğe ve verimliliğe dönüştürmek için diyalektik öz yakalanmalı.
“Yaşamak şakaya gelmez,” diyor şair. Farkına bile varılmaz, gelip üstümüzden geçen güneşlerin, bulutların ve de kızılca kırmızı yıldızların. Aklın, bedenin, ruhun ve kalbin ortaklaştığı okyanus çığlığındaki coşkuyu solumaktır bazen hayat. Akşam yüklü, karanlık ağırlıklı imkânsızla boğuşmaktır hayat. Güneşin tüm bedenini, ellerimiz ve gözlerimizle kan ter içinde tırnaklayıp onu içimize çekmektir hayat.
Geçmişle övünmeyi, geleceğe tapmayı kendimize marifet sayıyoruz. “Şimdi de,” esir olmayı ve de yerinde sayıklayıp, aynı hücresel mekânda gezinip dert edinmeye bayılıyoruz. Kendimize sormamız gereken; “ben ne tarihin ne de şimdinin ötesinde bir gelecekte yaşamayı tasarlayarak ilerleyen olabilirim.” Bu an’a sahip çıkmayan, bu an’a saygıyı kusur edenin içindeki incisi taneleri külleşip yarı nefesli cesette dönüşmez mi?
Kendinle barışabilmek; geçmişten ve gelecekten sıyrılıp özgürleşebilmek; varoluşun zenginlikleri fışkırtmak ve doğanın gizemlerini uyandırabilmek en büyük dengedir.
Yüzükoyun kapanıp hedefe şuursuzca hücum etmeyi öğrettiler. Ya da korku, hınç ve çıldırasıya karamsarlık ve duyarsızlığa gömülmeyi ısrar ettiler; ve “kaderin” arkasına sığınıp demir kapının kendiliğinden ufuklara açılmasını nasihat aldık. “Oysa hayat dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya coşkuyla, umutla ve gülücüklerle yörüngesini yaratır.”
Egemenlik başkasına köle olmaktır. Sokrates: "Hayatın amacı dünyaya egemen olmak mıdır, yoksa kendine egemen olabilmek mi?" sorusuyla hükmedici sarsılmalardan azat olmaya; ve aklın, kalbin ortaklığıyla tazelenen şafağın yüceliği telkin eder. Kısacık hayatın içinde ovaların, yaylaların, dağların, patikaların ve köpüklerinde düşlerini yüzdüreceğin ırmakların olmalı. Yağmurları, bulutları, rüzgârları ve güneşten süzülen renkleri okşamalı.
İçimizde cesette dönen karanlık kuytulukları yeniden canlandırmalı. Korku, acı, yalnızlık dünyanın neresinde olursa olsun insanı gerektiğinden fazla melankoliğe boğar. Aklın, sinirin, ruhun ve hisseden tüm duyuların alçakgönüllülükle söyleştiği ve kaşla göz arasında uçuşan yeni başlangıçları içtenlikle avuçlamalı.
Yenilgiler, yanılgılar, tahammül, olumsuzlama ve dönüştürücü tüm edimlerimiz; tüm çabamız, gerçeğin de içinde olduğu dinamik bir düzlemde anlam kazanır. Hayatı topal etmeden ve hayatı soluksuz bırakmadan ve de bekletmeden bilgece sevinçlerle ona eşlik etmeliyiz. Hayatın usulüne boyun eğerek, bizi bekleyene gönül dolusu sarılmalıyız.
İçlerine örülen nefreti, kini ve öfkeyi sevgiye dönüştürenler; aç gözlülük, tutku, şehvet ve "sahip olma' cazibesinden kendilerini kurtaranlar; sömürme büyüsüne kapılmayanlar; hayatın baş döndürücü neşeyle dönmesinin gönüllü mimarlarıdır.
"Her şey pek öyle yürekler acısı değil, çünkü sürgünün bile unutulduğu sonsuz yollar var, çünkü iniltileri bile şenlendiren tatlı rüzgârlar var, çünkü haykıranlar var sonsuz keyfini yaşıyor olmanın,” diye seslenir Alaine Bosquet.
Yaralanılan Kaynak ve Alıntılamalar:
Sokrates’in Karısı( Gerald Messadie)
Alaine Bosquet (Söyle Alain)
Naturans (Çetin Balanuye)
Yolcu (Ünal Güner)