“Öğretilmiş Çaresizlik” Çare Değil!
Hayatın fizyolojik sınırlarını deştikçe, onu kalbinden okudukça, içimizden uzun uzadıya dünyalar da süzülür. Birçok karşıtlık eşiğinde onlarca birliği, ama esasında sonsuz düşsel motivasyonu barındırır. Başka başka baktıkça ona, onun şaşkınlığı bizlere bulaşır, duygusal heyecanımız tebessümle bunlara kendini açar...
Yaşam istencimiz bazen de üzülür, kızar, öfkelenir ve alışık olmayan türden bağırır; ama bu yaşama olan sadakattir. Zaten kötülük-iyilik, sertlik-yumuşaklık, sevgi-öfke ve sömürü-mücadele çatışmıyor mu ücra bir yerlerde? Bu karmaşalara bazen de sanatla direniriz; edebiyatın, şiirin bize sunduğu notalar, uçuşturduğu esintiler tüylerimize dokunurken, gönlümüzce uçuşacağımız dünyanın bağlantısını kurar.
Dünyamızın derininde yüzmek ve görünmeyeni ciddiyetle süzmek, onun bütün sinirsel uçlarına yakınlaşmak elbette önemlidir. Ama esas onun varoluşunu deşmeden, bozmadan, kırmadan ve dökmeden buluşmak; kalbin ve aklın neşelenmesine yol vermektir.
"Olana sırtımızı dönerken, kendimize ait bir parçaya da yüz çeviririz aslında;" inkâr etsek de etmesek de dünyanın kurgusu sadece “benden” ibaret değil. Damarlarındaki binlerce renkli kanın dolaşımıyla oluşur hayatın aktivistliği. “Ben olmayanı, benim olmayanı ve onu anlayarak,” kendimizi anlayabiliriz.
Üstünlük, otokrasi, diğerinin iktidarına odaklanma yerine birbirimize ait olduğumuz bu dünyada kolektif bilinçte neden rol alamıyoruz? Hayat akademik yazılmış kalınca bir kitap olamaz. Hayat tıpkı canlılar gibi dokusaldır, kalbi umuttan patlamaya hazır her canlı gibidir; sevmek ve sevilmek ister, saygı ve ilgiye muhtaçtır; herkes gibi çocuk olmayı ya da o çocukluk köşesinin bir yerlerinde bulunmayı canı gönülden ister...
Ama bize hakikati dillendirmeyi unuturdular, yalandan hayatı sürdürmeyi öğrettiler, sahte duygulara boyun eğmeyi kabul ettirdiler. Sonra biz de bunlara taptık. Onun için her gece milyonlarca çocuk açlık, ıstırap ve belirsizlik içinde uykuya dalıyor; kadınlar şiddete, tacize istismara ve ölüme uğruyor ve ötekiler ve de hakları için direnenler hiddet, şiddet, kötülük ve ölüseverliğe kapılan güruhların çarmıhında geriliyor. İçimize şırınga edilmiş merhamet yorgunluğu hiç uyanmıyor. Çünkü biz o yalanı oynadığımızı biliyoruz. “Öğrenilmiş çaresizlik” içten içe bütün kurgularımızı, duygu ve duyumsamamızı kemiriyor ve bu gerçeklik nelere hasret kaldığımızın tüyoların kuyusu gibi...
İnsanın temel varlık gerekçesi ve de temel amacının duygusal doygunluklar yaratmak olduğunu “biliyoruz.” Ama insan fonksiyonel doğası gereği ılımlı ve sempatik bir hayatı tek başına öremiyor. Küresel birey olmadıkça, doğanın panoramasından bakmadıkça ve evrenin tüm varlıklarını kendinin parçası halinde algılamadıkça hayal kırıklıklarına mahkûmuz.
“Modern çağda” acıyı işitmiyoruz; yıkıcılığın meydanında gizleniyor, kalın örtüyle sarıyoruz benliği; sorumluluğu bize kalır diye pasifçe kaçışıyoruz. Çünkü zulme, haksızlık ve adaletsizliğe karşı durmayı göze alacak vicdani etiği çaldırmışız. Toplumsal veya küresel bu depresyonların en temel gerekçesi, bir yere saplanıp, hiçbir şeyin değişmeyeceği ya da değiştirilemeyeceği hissidir ve totemiktir. Değişimin akışını elbette gerçekleştiği somutta fark edemeyebiliriz.
Umut, çalışma, emek, özveri ve kolektivizm birliğe dönüştüğünde bizi belli bir noktaya getirir, birçok geleneği aşarak yeni kıyıya geçişimizi sağlar. Martin Luther'in dediği gibi, "hayal kırıklığı bitimli bir şey olarak kabullenmeli ama bitimsiz umudumuzu asla yitirmemeliyiz."
Edebini yitiren, pis kokulu bir ambar değil dünya. Hayatın köklerinin iyileşmesinde, sınırları aşmaya cesaret eden tek bir insanın payı olduğunu unutmayalım. Yaşlar dolusu yas tutmak zorunda değiliz. Eşitsizliği, haksızlığı, adaletsizliği, sömürü ve insanlar ile canlılar arası ayrımcılığı yaratan politik-toplumsal sistemin kompartımanından inmek durumundayız.
Duygu, düşünce, duyarlılık, ilgi ve vicdani canlılığı yitirmedikçe hakikatle ilişki kurmak kolayca başarılabilir. Bu yüce diyalog saf dillilik, özgürlük ve umudun parlaklığını ışıldatır. Gidişata müdahil olmalıyız, himaye edilen zihnimiz esaretten çıkmalı. İnsanın kaderi ve gidişatı elbette değişebilir; zihinsel ölümü gerçekleşmemiş, vicdanı kokuşmamış ve insani zenginliklerde buluşanlar kimseden bir şey beklemezler.
Paul Goodman'ın beyanında dediği gibi: "Bahsedip hayalini kurdunuz devrimin gerçekleştiğini varsayalım. Sizin tarafınızın kazandığını ve istediğiniz toplumun tesis edildiğini varsayalım. Siz bu toplumda nasıl bir yaşam sürdürdünüz?
İşte bugün bu şekilde yaşamaya başlayın..."
Yararlanılan Kaynaklar;
Değişme İsteği (Bell Hooks)
Karanlıktaki Umut (Rebecca Solnit)
Söyle Alain (Alain Bosquet)