En İyi Şeyler Henüz Gerçekleşmedi!

YAYINLAMA: 01 Mayıs 2023 / 15.46 | GÜNCELLEME: 01 Mayıs 2023 / 15.46

Sorumluluğunu almadığımız hiçbir şeye hakkımız yoktur.” Gandhi

Benliğimize sıkışmış kaygı, belirsizlik ve tedirginliklerden bir an önce kurtulmayı hedefleriz. İçimizi kemiren hakikatin ve özgür duyguların dışarıya taşan coşkusuna hayranız. En harika şeylerin henüz yaşanmadığını bilerek, güzel bir yaşamın ve daha iyi bir dünyanın mücadelesini vermekten asla itina edemeyiz. Bunlar insanı insanlaştıran doğasıdır. Bu taleplerimiz öyle kendiliğinden mütevazıca çarçabuk gerçekleşmiyor; engelsiz ve dikensiz bir gül bahçesinde büyümüyor koca ümitlerimiz.

 Evreni istismar eden ve güdük hale sokan iktidarlar, sermayedarlar ve otoritelerden bağımsız değildir hayat. Teknoloji, bilgi, bilim, ekonomiye(üretime) ipotek koyan bu azınlık zümreler toplumların aynı zamanda karakteristik belirleyicileridir.

Herkes nasılsa ona benzeme zafiyeti olanların” coğrafi kaderi ile baş başayız. Ondandır ki, sorunlarımızın biriktiği kuyularla sınırlı kalmadan, o sorunları kökleştiren yığınların “yaşamsal karakteristiğini de” sorgulamalıyız.

Deneyimler, sürekli didinen tarihçiler, filozof ve sosyologların özverileri bize şunu gösteriyor: Ülkelerin veya coğrafyaların kurumlarının ve siyasal yapılanmalarının belirleyicisi; onların gelenek, görenek, inanç, duygu ve yaşamsal eğilimleridir.

Siyaset bilimci Gustave Le Bon’a göre, “yasaları yeniden yazmakla fikirler, duygular, gelenekler yeniden oluşturulamaz. Nasıl ki bir halk saç veya gözlerinin rengini seçemiyorsa, kurumlarını da istediği gibi belirleyemez.” Halkların karakterleri doğrudan onların kendi oluşturdukları kurumsal yapıyı da belirler.

Binlerce yılda oluşan politik kurumlar, siyaset alanı, hükümetler bilinçli olarak kutsatılmış; toplum üstü bir kurgu olarak tasarlanmış. Grup ve kişilikler de buna uyarlanıp, konsolide edilmiştir. Platon’dan kalan mirasi gerçeğe göre: “Ne kadar yönetim biçimi varsa, o kadar kişiliğin olduğunu varsaymalıyız.” Belki de ondan bu kadar parçalıyız.

Özünde bu kurumların(politik-kamusal) varlıksal işlevi, halkın-toplumun üzerinde hegemonya kurmak değil; tersinden toplumsal güveliği, demokratik değerleri, özgürlükçü talepleri, kamusal ortaklaşmayı ve yaşamsal teminatlarını korumak ve kalıcılılaştırmaktır. Demokrasi ile yola çıkan insan toplulukları doğrudan katılımın en makro düzeydeki karşılığı olarak seçim imkânını benimsenmiştir.

14 Mayıs’ta ülkede bir(iki) seçim gerçekleşecek. Bu seçim sürecinin sağduyu ve saygı ilkeleri, demokratik değerler ve tahammül ile hoşgörünün öne çıkmasına dair; güvenli ve de objektif gerçekleşmesi adına hepimizi önemli sorumluluklar beklemektedir. İktidarlaşma ve egemenliği sürdürme uğruna en azılı kutuplaştırma, ayrıştırma, bölüp bölüştürme ve hatta çatıştırma zeminin olduğu süreçlerdir seçimler.

Seçim sonuçlarından evvel olası kötücül dil, öfke ve tuzaklara düşmeden hepimizin ya da kurumların kendine düşen duyarlılık bilincini çoğaltmada cömert olmalıyız. Manipülatör ve suni gündemlere çakılmadan hepimiz kendi hedeflerimiz çerçevesinde durmaksızın seçim taleplerimizin karşılık bulması için gerçek iradeyi yüzeyde tutmalıyız.

 Tabi ki seçimler, “sonraki hayatlarımıza” yoğun etkiler bırakmaktadır ama yine de hayatın sadece bir seçimden ibaret olmadığını anımsayalım. “Bir seçim” gününde oluşan neticeler, tüm sıkıntı ve cefalarımıza köklü çözümleri tek başına üretemeyecektir. Mesele doğadan, yaşamdan, insanlıktan yana tutum alabilenleri çoğaltmak; özgürlükçü, eşitlikçi, kamusal, demokratik ve ekolojik anlayışın birikimlerini tüm toplumun her parçasına ulaştırmak ve uzlaşmaktır.

Bu seçim biraz daha farklı anlam, heyecan, sürpriz ve merakları içinde barındırıyor. Halkın değişim ve dönüşüm arzusundaki yankı, seçimin evveliyatından başlayarak inanılmaz bir ivmeyle kulaklarımızı çınlatıyor. Demokratik anlayış ve hukuk üstünlüğünün öne çıkacağı ve de kuvvetler ayrılığı sisteminin etkinleştirecek toplumsal mühendisliği inşa etme zorunluluğu zihnimizi mesken tutmalı.

Eğitim, sağlık, enerji, yerel hizmetler ve diğer kamusal alanların piyasalaşmasının zirve yaptığı bir dönemdeyiz. “Paran kadar hizmet al;” güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması ve ucuz iş gücü haline gelmiş olmak; “çoğunluğun kaygılarını” göklere çıkarmış bulunmakta. Pandemi ile açığa vuran yetmezlikler, durmaksızın süren hayat pahalılığı, yoksullaşma, gelecek kaygısı, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve sosyo/ekonomik/kültürel krizlerin artışı; deprem sonrasında kamusal hizmetlerin “alt yapısızlığının” gözler önüne serpilişi; deprem bölgesindeki barınma, gıda, sağlık, eğitim ve işsizliğin yeniden alevlenmesi seçimleri(mizi) derinlemesine düşünmeye, doğru kararlaşmalara götürmeli. Bu seçimle küçükten büyüğe halkın ortak iradesiyle yeni siyasal dinamizmin temellerinin atılması öz olarak benimsenmeli.

Heyecanları yaratan umutlar; yaygınlaşabilir, yükseğe taşınabilir ve yeryüzüne serpilebilir. Yeter ki kendimizin hedeflediği sonuçlara aklın, hakikatin ve sabrın ışığında odaklanmayı becerelim.

Yüksek dozdaki pozitif etkileşimleri, heyecanları ve sürecin niteliksel yönünü derin bir yaklaşım ve üslup etrafında asli unsur haline getirmeliyiz. Tarihsel bilgi ve evrensel ölçütleri esas aldığımızda, hak gaspına veya haksızlığa uğramanın bireyle sınırlı kalmadığı tamamen toplumsal bir sömürü olduğu net anlaşılabilir. Bu çerçevelerden 14 Mayıs’ta yapılacak seçimleri yorumlamak bize daha sağlıklı öngörüleri sunacaktır.

Medyascope yazarı Kemal Can’ın deyimiyle; “sakin ve anlaşılır ton, sözü, etkiyi daha yukarı taşıyor.” 

Gandhi’nin dediği gibi: “Sorumluluğunu almadığımız hiçbir şeye hakkımız yoktur.”

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Kitlelerin Psikolojisi ( Gustave Le Bon)

Kemal Can (Medyascope)

İktidarı Anlamak (Naom Chomsky)

En İyi Şeyler Henüz Gerçekleşmedi!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *