Kolektifin gücü..
Son yazımda da sözünü ettiğim gibi.. Gökyüzünde ağır enerjiler var.. Bir belirsizlik havası, bir güvensizlik hakim..
Hangi koşul ve şartlar, ne tür durumlar içinde olursak olalım, bir çok şey yolunda gibi görünse veya olsa da bir tedirginlik, huzursuzluk var. Kolektif bir etki bu. Ya da çoğunluğun yansıması ve bireysel olarak da hepimizi etkiliyor olması söz konusu.
Bu noktada, hal böyle iken, biraz parmak şıklatmak istiyorum arkadaşlar.. uyanalım.. ve farkında olalım diye…
Şu üç boyut dünya gerçekliğinde olan her şey kolektif zihnin yansıması. Düşünüp düşünüp ete kemiğe büründürüyoruz hep birlikte. Ahh demek istiyorum…
Oysa insan, tanrı parçasıdır… yaratım gücü vardır… ne sandığı kadar acizdir ne de dış koşullar karşısında çaresizdir. Ve aynı zamanda insan olması hasebiyle eksik, kusurlu ve hatalarla doludur. Bu iki uç arasındaki dengeyi öğütler tüm öğretiler ve dini inançlar. Ve hayatın akışı, ilahi sistemin de etkisiyle dengeye getirmek için olaylar yaratır.
Ve fakat insanın yaratım gücü tüm bu olaylardan bağımsız değildir. Ancak bu güç şu sıralar o kadar ezilmiş durumda ki, bir ümitsizlik, bir bezginlik kol geziyor. Yüzler gülmüyor. Hep bir en kötüye kendini hazırlama çabası. Dedim ya çaresizlik ucu, dengeden çıkma hali. Hani kurban bilinci falan diyorlar tam öyle.
İlk bunu bi fark edelim lütfen. Bir derin nefes alıp, sağlıklı düşünelim. Toparlanalım ve kendi gücümüzü elimize alalım. Zihnimizdeki kötü olasılıklara daha yakından bir bakalım. Korktuğumuz şeyin olduğu hali hayal edelim. Olduğunu varsayalım ve kabul edelim. Ve sonra ne olduğuna tekrar bakalım. Ne görüyoruz? Sadece bir ilizyon… Belki acı, belki zor, fakat ilizyon… Bir çeşit zihinsel esaret… Çıkmak lazım ordan…
Ne olacaksa olur zaten… Hiçbir şekilde değiştiremeyiz. Tek kontrol edebileceğimiz kendi zihinlerimiz. Kendimiz… Sadece bu.
Zihni korku ile sindirilmemiş, cesur ve ne istediğini bilen, kendi gücünün farkında olan bir topluma ihtiyacımız var. Kolektifin cesur olmaya ihtiyacı var. Sevgiye, huzura, barışa, gülmeye ihtiyacı var. Bu barışı önce kendimizle yapmalıyız. Bizler insanız. Hatalarımızla, kusurlarımızla, korkularımızla. Ve yaşımız kaç olursa olsun içimizde sevgi dolu, umut dolu, oyun oynamak isteyen, özgür olmak isteyen, şeker yemek isteyen bir çocuk var. Masum bir çocuk. O çocuğu umutsuz bırakmayalım. Küstürmeyelim. Sevelim affedelim onu. Kızmayalım ona, hayata küstürmeyelim onu. Kendi içimizdeki çocuğun ebeveyni olalım. Büyütelim kendimizi. Sevgiyle büyütelim… Onu korkutmadan, zorlamadan, küçümsemeden…
Eskiden insanlar kendi çocuklarını özgürce öpüp sevemezmiş büyüklerin yanında. Ne yazık!.. Artık öyle değil… Kolektif gelişiyor. Ve fakat çocukların çoğu hala özgüvensiz… Gelecek korkuları var… Güvensizlik var hayata… Onlar da içimizdeki çocukların somut yansımaları biliyorsunuz değil mi?..
Kendi çocuklarımız en güzel aynalarımız… Toplumdaki çocuklar toplumun yansıması… ve onların mutluluğu bizim mutluluğumuz ve bizim bizim mutluluğumuz onların mutluluğu. Bakın ve analiz edin. Çocuğunuz ne istiyor? Muhtemelen siz de aynısını… ve çocuğunuzun bir yeri hasta ve muhtemelen sizin de ya ruhunuzda ya da bedeninizde… ve çocuğunuz derslerinde başarılı ve muhtemelen sizin de işleriniz yolunda… ve çocuğunuz bir şeylerden korkuyor ve muhtemelen siz de … istisna durumlar kesinlikle var ve fakat çoğunlukla böyle.
Fark etmek ve tespit etmek yani analiz etmek daha iyi olması için ilk adımdır. Biz insanlar korkmak ya da acı çekmek için yaratılmadık. Kendimizi gerçekleştirmek, en iyi versiyonlarımızı yaşamak için yaratıldık. Mükemmel bir varlık iken oradan kopartılıp, bir çeşit deforme edilip, dünya denilen üç boyutlu gezegene belirli bir süre için indirildik.
O halde neyin korkusunu yaşıyoruz? Tek korkacağımız şey bize verilen zamanı ve şansı en iyi en güzel şekilde geçirememek olmalı. Hatalarımızdan ders almayıp inatla aynı hatayı tekrar tekrar tekrar yapmak olmalı. Elalem ne der korkusuyla kendi içimizdeki çocukları küstürmek olmalı. Bizi kendi menfaatleri için manipüle edenlere göz yummak olmalı. Materyalist, ilizyonik, geçici dünya heveslerimiz uğruna içimizdeki çocuğa ihanet etmek olmalı. Cahillikte ısrar etmek, yeni fikirlere, bilgilere kapalı olmak olmalı. Kendi sınırlarımıza yabancıları sorgusuz izinsiz sokmak olmalı. İster ülke sınırlarımız olsun, ister evimiz yuvamız olsun, ister bedenlerimiz olsun fark etmez. Aynı yola çıkar. Bunlardan korkmalıyız asıl.
Amacım kimseyi eleştirmek ya da suçlamak değil yanlış anlaşılmasın. Sadece istiyorum ki karanlık düşüncelerle kendimizi bunaltıp hayatı zehir etmeyelim. Ne kendimize ve ne de içinde bulunduğumuz kolektife. Neden Türkiye’den kaçmak istiyor insanların çoğu hiç düşündünüz mü? Çünkü insanların çoğu mutsuz umutsuz. Kolektif böyle. Ve içinde bulunduğunuz kolektif böyleyken sizin tek başınıza iyi hissetme şansınız çok düşüktür. Her şey enerjisel bağlarla birbirine bağlıyken bu mümkün değildir. Ve yaşadığımız somut dünya bu enerjetik bağın göz ile görünebilen kadarıdır. Göz ile gördüğünüz hakikat değildir. Gerçektir. Hakikat görünen gerçeğin arka planında, enerjetik boyuttadır. Ve zihinler o enerjiyi yaratır. Zihinlerinizi arındırın. Eğer zihniniz acı çekmenize neden oluyorsa kesinlikle orada bir bilgi eksiktir. O bilgiye ulaşın ve hem kendinizi ve hem de kolektifi rahatlatın.
Buna hepimizin ihtiyacı var. Sözlerim hem kendime hem herkese, kimse farklı algılamasın lütfen…
Sevgiler, selamlar…