Susmaz ve Asla Uslanmaz Umut!
“Ölçüsüz bir görüntü bolluğu içinde her şey birbirine dolanıp özünden kopmuş” zifiri karanlık sanki. Kolayca her şey birbirinin yerine geçmiş halde. Binlerce yıllık “kötülük sonuçlarının” üzerimize yığıldığı çıkmazdayız. Dün de olduğu gibi, bu günde de kötülük kendi kendine yarattığı zulme, ayrımcılığa, sömürü, eşitsizlik ve düşmanca tavırlarına tapar ve muhtaç durumdadır...
"Oynadık ve bitti" dedirtmek istiyorlar bize. Bir süreliğine oyalayıp, ahlar vahlarla bu hayattan soğutmak, düşmüş kalkamamış harabeye döndürmek istiyorlar. Farkına varmadan binlerce yıllık sistemin akıl oyunlarında veba kadar zararlanıyoruz.
Hiçbir şeye itiraz edemediğimiz için, hiçbir şeyi birbirimize samimiyetle bildirmediğimiz için, belki de yeryüzüne dağılan gerçek hikâyeleri görmezden geldiğimiz için: Kötülükle gemisini yürütenlerin kuyusuna garip bir şekilde gömdük hafızalarımızı. Baudrillard’ın deyimiyle, “yeryüzünün iktidarları ötekini, düşmanı, tehdidi ve kötülüğü belirtmenin simgesel gücüyle var olurlar yalnızca.”
Kötülük varlıksal doğası gereği her şeyi ve de her çağda; mantığı, aklı, bilimi, kalbi susturur. Yeniden kendine göre üretir kamuyu, ekonomiyi, savaşı, sınırları, cinsiyeti, bedeni, iradeyi; hem de en insanlık dışı şekilde yeniden tarif eder. Bu bizim öznel ve öz varlığımıza hazırlanan en büyük tuzaktır. Böylece tükenir toplumcu bağışıklığımız.
Hayat sürekli üretkenlik, değişim ve gelişim çemberi içerisinde aynı seviyede ve eşit mesafede işler. Aslında onun cazibesi sınırsızlığındadır. Onun sınırsızlığında daimi olarak binlerce tohum, taşkın anlar, mucize, türlü türlü bakir hastalıklar, rutinler ve bilinmezlikler şaşırtıcı şekilde karşılar bizi.
Yaşamak kimimiz için nadasa bırakılan bir tarla, kimimiz için ise işlenmiş bir tarlanın filizlenen mahsulleri ile bakışmaktır; ve kimimiz içinse de patlamış, sönmüş bir volkanik dağın soğumaya bırakılmasıdır.
Bir zamanlar zevk ve keyif aldığımız; eğlence duyduğumuz, hatta inançla yolunu gözlediğimiz şeyler artık rahatlatmıyor. Kapatmış yüreğimiz kendini sevinmeye ve zevkleri algılamaz olmuş duyular, her şey artık sadece acıyı hissettiriyor.
Belki her zaman en çok ihtiyacımız olan şey daha çok fazla ışık, daha çok fazla aydınlık, daha çok fazla doğrusallıktır. Onun için hayatı oluşturan her parça birbiri kadar değerlidir. Onları birbiri kadar sevmek, her bir parçayı; sanatı, edebiyatı, kültürü, bilimi ve felsefeyi: Hayatı yoğunlaştıran ve de dayalı döşeli bahçenin birer mihenk taşı olarak kabullenmek gerekir.
"Kendisini etkileyen bir kalp, sonsuz evrende var olan ve sorgulayan bir ruh yaratır," diyen Dostoyevski; sınırları açmaya çalışan yaşam ve doğa ile örtüşme halinde olmaya sürükler bizi. Dolayısıyla doğasal sıradanlığı aşan ve yaratıcılıkta zirve olan her birey mutlak suretle travmalara başkaldırır.
Var olandan hiçbir şekilde elini, ayağını ve köklerini çekmeyen, tutunduğumuz gerçeklikle barışık bir alandır hayat. Goethe de, “sakin ve güvenli hareketlere dünyayı kucaklamaktan alıkoymadı kendini. Kurduğu bağlarla insana, hayvana, bitki ve cansız doğaya kadar ulaşıyor ve varoluşun temel değerlerine yol alıyordu.”
Yaşam içerisinde hevesi hiç sönmeyecekse bireylerin ve toplumların; bilinmesi gereken öncelikli şey hiçbir zaman içimizde dinmeyecek bir öğrencilik alevi ihtiyacıdır. Goethe, "Yaşamayı yeni öğrendim bana daha fazla zaman verin ey Tanrılar," derken onun için bir savaşım değil; bir uyum, uzlaşı, bütünleyici güç olma peşindeki realist bir tutumdur.
Stefan Zweig; "patolojik veya hastalık kelimesi düşük dünyaya, üretemeyen ve yaratamayanlar dünyasına aittir," der. Sormak gerekir yaratılacak nedir ki? Goethe'ye göre, yaratıcılık ve kendini doğurganlığın en yüksek mertebesi: Belki de kimsenin kontrolünde olmayan, başkasını himayesini kabullenmeyen, şu iki günlük dünyada kimseye boyun eğmeyen ve dünyevi gücünün üzerinde olandır.
Kötümserlik, iktidar, karamsarlık, eşitsizlik ve ruhani çöküntü salgınına rağmen; uzun süredir değişim, dönüşüm ve yenilenme arzuları bu kadar açığa çıkmadı, onun parçası ve takipçisi olma sorumluluğumuz vardır.
Anton Çehov’un şu değerli tembihlerini unutmayalım:
Ama ben canlı, düşünen bir insanım, bir hendeğin başına dikilmiş duruyorum; onun kendiliğinden kapanmasını, ya da dipte biriken çamurla dolmasını bekliyoruz. Oysa belki o sürede üzerinden atlayabilir ya da üzerine bir köprü yapabiliriz...”
Hayat şimdiden geleceğe güvenli köprüler yapmamızı bekliyor!
Yararlanma ve Alıntılama kaynakları:
Aşk Üzerine (Anton Çehov)
Kötülüğün Şefaflığı (Jean Baudrillard)
Ruhları İyileştirenler Nietzsche (Stefan Zweig)
Deliliğe Övgü (Erasmus)