Yeni Uyanışlar Deneyimi
Ne kadar meşru, ne kadar sempati ya da ne kadar saygı gördüğüne bakmaksızın kendimize ait düşüncelere, fikir ve yargılara hayranlık duyarız.
Bu fikirlerin ve yargıların ne kadar yararlı olup olmadığı diğer insanlarla, hayatın diğer varlıklarıyla bağlandıkları noktada “esaslı önemi” kazanır.
Her konu, her nesne, her varlık ve her yaşam biçimi ile ilgili bol keseden fikirler üretildiği bir dünyadayız. Zaman zaman şaşılacak derecede birbirine aykırı veya yakınlaşmayan görüşler üzerinden özel zamanlarımızı kırıp döktüğümüz çokça görülür. Azınlık sayıda olan görüş, karşı taraftaki görüşçülerce susturulma girişimine maruz kalır. Oysa insanlık geçmişinde ilk kez adalet diyen bir kişiydi, barış diye ortaya çıkan da tek kişiydi, “öldürmeyeceksin” diye mevcut statükoyu sarsan da bir insandı. John Staurt Mill’de bu gerçeği şöyle açıklar: “Susturmaya çalıştığımız görüşün yanlış bir görüş olduğundan asla emin olamayız.”
Elbette ki içimizde biriken duygular, toplaşan dertler, duyumsamalar ve özgün davranışlarımızın derin kökenleri vardır. Belki de bunları sıkı sıkıya dayanak hale getirmemizin makul gerekçelerinden korkmadan, haksızlık yapmadan ve bunları güvensizlik duygusuna itmeden ve de aniden yıkılmasına vesile olmadan, hayatla tokalaştırarak mütevazı devamlılıklarına vesile olmalıyız.
Amin Maulouf bu durumu şöyle özetler; "Bir dostluk bir sempati ve saygı gösterdiğinizde onun eleştirilebilir yanlarını eleştirmeye hak kazanırken, sizi dinlemesi için biraz şansınız olabilir."
Kendine ve hayatının farkına varmak; yeni uyanışlar deneyimi; hayatsal değişiklikleri ve güçlü yeni projeleri üretirken, farklı ve öteki görüşler birer katalizör görevi üstlenir. Kamusal ve toplumsal akıl tüm bu çoklu bileşenleriyle güçlenerek; bir çok zulüm, yalan, nefret ve kötülük biçimlerini çürüterek varlığını saptamıştır.
Gündelik tarz ve "sıradan varlık" içimize tüm koyuluğuyla yuvalandığında kendi gizemiyle biz de hayranlık uyandırır ve yeterlilik hissi katar. Bu “usule” uyumlandığımızda veya gelenekçi tarza iştirak ettiğimizde ise içimizdeki saygınlık, güven ve “ruhsal öz” çarçabuk küllenir ve savrulur. Önümüze serilen bu tür gizli baskın sınırları aşmak, zihinsel yaşlanmayı durdurmakla; hayatcıl değişimi ve yenilikleri çoğaltmakla ve bu esnada “uyanma deneyimlerini” süreklileştirmekle olasıdır.
Uçurum hayatın kendisi değil miydi? İstekli olduğumuz her şeyde reddedilme veya zorluk endişesiyle gerçeğimizi ve duygularımızı ödlekçe uyuturuz. Yalom'un dediği gibi, " kendimizi mutlu hissetmemizi sağlayan etkenleri anlarken, bize kendimizi kötü hissettiren tüm nedenleri anlamak o derece önemli değil miydi? İrvin D. Yalom'a göre, “süregelen anlayışla” üst perdeden kendimizi korumaya odaklanmışız.” Her şeyden kendimizi korurken, bilemeden hayatın kendisinden kendimizi korumuş oluyoruz.
Yararlılık, faydalı diye anılan genel geçer olan görüş, gerçeğe uygunluğu ile betimlenirken doğruluktan da bağımsız ele alınmaz. Bu görüşler çağlar içinde bir çok defa keşf dilerek ve süzülerek ileriye(günümüze) taşınmıştır. Çağlar çağımızda, geçmiş ise günümüz ve gelecekten başkası olamaz.
Dolayısıyla geçmiş övücüleri ve geçmişe hayranlık duyanların acı içinde kıvranışı engellenemez. Geleceğe anlam, değer ve önem biçenler eskinin hayalet, artık ve kalıntılarından kurtularak; yeni bir dayanak, canlı başlangıçlara ve hayatla derin köklere uzanırlar. Kendimizi özgür, özerk ve rahatlatan suların akışına saldığımızda üzerimize bindirilen yükler uçup toz duman olacaktır. Böylece “kuş gibi hafifleyerek” lacivert maviliklere kanatlanacağız.
Mevcut dünya bize ait olmayan dış ağırlıkları yüklemekle yetinmez, yanılsamalar ve simülasyon taarruzu ile de esaretimiz süreklileştirilir. Hep geliştiğimiz, ilerlediğimiz, yükseliş dalgasında olduğumuz yanılgısı, monoton ve maniplatif anlayış üzerimizdeki hükmünü pekiştirir.
Bize ezberletilen o düsturu ise şöyle sıralar Yalom:
" İyi, daha iyi, en iyi
Hiç rahat durma
İyi, daha iyi,
Ve daha iyi, en iyi olana kadar…"
Yapamadığımız her şey yok oluş, ölümdür aslında. Yaşanmamış hayat hissi içimizde hep bir acılı hüzün olur. Kazancakis’in Zorba’sı, "ölüme yanık bir kaleden başka bir şey bırakmayın," derken: Nietzsche'de şöyle sesleniyordu; "hayatı mükemmel hale getirin ve doğru zamanda da ölün."
Denize düşen bir taş denizin büyüsünü nasıl bozamazsa; yeryüzündeki kaygılar, endişeler, korkular ve tedirginlikler ruhumuzca hafifçe hissedilerek gitmeli.
Unutmayalım ki duyuları, duyguları, hisleri, anlayış ve sağduyusu sınırlamış insanı, aklı da gereği gibi kavrayamaz.
Oysa hayat ona aklımız ve yüreğimizle bağlı olduğumuzda masumdur, köklüdür, gösterişli ve mutlu edicidir...
Yararlanılan Kaynaklar:
Yalnız Gezerin Düşlemeleri( J.J.Rousseau)
Yaşama Sanatı (Alfred Adler)
Düşünme ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine( J.S.Mill)