Hayat Bizi Kendine Davet Ediyor!
“İnsanın gelişmesinin insani bedelleri vardır.” Marshall Berman
Hayalini bile kurmaktan korktuğumuz muntazam şeylerin hasretliğiyle çırpınır varlığımız: Sözgelimi isteklerimizle ile çatışan kutsamalar; özgün doğal eğilimlerimiz ile toplumun istedikleri arasındaki çelişki; sürekli doğal ve canlı kalmasını istediğimiz duygularımızın beşeri koşullara kurban edilmesi. Düşlerimize, hayal gücümüze ve umutlarımızın bahar dallarına esirlik sisi abluka edilmiş. Gecenin bitimindeki ağzı açılmamış sabahları yorgun adımlıyoruz. Kişisel dünyamıza tutunmaya, umutlu hüzne ve “kendinle buluşmaya” ön yargılar perde edilmiş.
Sadece “sabitlenen politik ve ekonomik” düzlemde düşünme, algılama ve yorumlamaya dair alan bize sunulmuş. İnsanı en mutlu, en sevinçli ve en coşkulu kılan yüce güdülerimiz sürekli eskitilmiş ya da iteklenmiş. Yeniden yaşama uzanan tüm ipliklerimiz kalınca yerinden koparılmış. Özümüzden, potansiyelimizden, görevlerimizden ve türümüzün temel yapısından ne kadar çok yabancılaştırılmışız. Unutmayalım, “hiçlikten sadece hiçlik doğar!”
Hayat belki de bireyin inatla ve eksiksizce kendini bulma istenci ve tanıklığıdır. Her anı “kendin olmadığının” farkında olarak yaşamak hiç de kabullenilecek bir şey değildir. İnsan zaman zaman kendini tam hissettiğinde, tüm kıyılarının renga renk coşkuya boyandığını fark eder; o anda yaratılmış benliğine ve özüne yakınlaşmanın uçsuz bucaksız genişliğine kapılır. İşte o anda acıya, korkuya, çirkinliğe direnmenin zihinsel ve ruhsal doğuşunu karşılarız. Pasiften de olsa direnişimiz kimliklerimize kurulan tahakküme el pençe durmamanın büyüsüyle şahlanır.
Acıya bükülmeden bağrımıza basalım körpecik diriliği. Saf bağrımızdaki düşlerimiz elbette engelsizdir. Ona vız gelir derin dalgalar, kalın surlar, ateşlenmiş bulutlar. Bağrımızdan köpük köpük çoğalır çoğunlukla onun seslenişi, ama ne fayda ki herkesçe de anlaşılmaz. Yeter ki bir alevden ışıltı taneciği saçılsın; çırpınır tüm yorgunluğu ile korkutulmuş ve ürkütülmüş insan yüreği. Ön şartsız her engelin üstüne çıkabilen, her iklimde doğmuş, her devirle düşünen ve hissedebilen insanın sesi ile göz göze gelme olasılığı ne muhteşem duygudur...
Basmakalıp alternatifleri ve gelenekleri hüsrana uğratan hakikat bahçelerinde; özgürce ve “nasıl anlaşılır kaygısı” taşımaksızın şimdi oturduğumuz dünyanın seveni de sevileni de olmak istemez miyiz? O zaman doğa ve hayat ile uzlaşarak “aşılmazlığı aştığımızda, aklımızı ve kalbimizi didikleyen kopuş birliğe dönüşmez mi? Bırakalım, özgürlüğü sürdürmek istemeyenler "egemen geleneklerin" cefasında sargılı ruhlara demir atsınlar.
Biz başlayalım en iyisi; “Haksızlığın olmadığı, eşit bir dünyada yaşadığımızı düşünelim.” (Düşünelim, düşünelim!) Bahçelerin, suyun, ormanının, dağların, havanın, güneşin parsellenmediği hayata ihtimal verelim. Kadın, çocuk, Afrikalı, Asyalı, Amerikalı, her renk ve her coğrafyalı üretenin sömürülmediği, horlanmadığı ve öteye iteklenmediği evreni düşleyelim.
Kar-rant, mal-mülk, servet, ırk, renk, milliyet uğruna kimsenin ateşli kılıçlarla linç edilmediğini düşleyelim. Bu dünya çocuklarının ve de kadınlarının tacize istismara, tecavüze, şiddete ve katliamlara uğramadığı dünyayı tertipleyelim.
Bir buluta bindiğimizi ve sınırların, çitlerin ve tel örgülerin olmadığı sonsuz bir maviye uzanalım. Yaşamak için her ana dosdoğru bakma hevesimizi incitmeden en ücra noktalarımıza yayılan geniş manzaraların kokusuyla heyecanlanalım. Dünyanın bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak her şeyi doğurduğuna ikna olalım. Mikhail Naimy’nin dediği gibi: “Dünyanın cömert kalbinden ihtiyacınız kadar ve sadece ihtiyacınız olanı karşılamayı öğrenin. Dünya öyle konuksever ki ve sevgi doludur ki onun kalbinin kapıları açıktır sonuna kadar ne istediğini bilenlere...”
“Var olmayanla yüzleşmedikçe yaşadığımız şimdiki zamanı anlayamayız,” diyor Marshall Berman. Peki, her gün ıstırapla feryat ettiğimiz dünyanın ve hayatın; kötü, çirkin, yağmalayan ve hak yiyen olmadığına ikna olabildik mi? Aslında keskince kanatanın ve tüketenin kendimiz olduğunun izini sürebildik mi? Diğer insanlarla yaşamayı, öbür varlıklara canı gönülden saygı duymayı ve onlarla var olduğunu bilmeye ikna olduğumuzda: “Sarsıcı uyanışa” ve büyük hayat değişiklikleri için fenerleri yakmaya hazır olalım.
Hayat devam ederken, yok oluşumuza isyan ediyor. Yanlışı düzeltip, tatlı düşleri parmaklarımızla sarmalamak için hayat bizi içine davet ediyor.
Büyük yüksek uçurumları muhteşem manzaralara dönüştürebiliriz!
Kaynaklar:
Mirdad’ın kitabı (Mikhail Naimy)
İnsan Olmak Üzerine( Erich Fromm)
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek (İrvin D. Yalom)
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (Marshall Berman)