Duvarları Çekelim Işık Çoğalsın!

YAYINLAMA: 11 Temmuz 2023 / 03.00 | GÜNCELLEME: 11 Temmuz 2023 / 03.00

Bir sabah uyağınızda başınıza bin bir türlü istenmeyen şeyin geldiğini görmek ne büyük hayal kırıklığı! Gece uyumaya hazırlanırken karanlıkta yaşamınıza neler katılacağını ya da nelerinizin son bulacağı kaygısına taşımak zemheri bir acı! Düşünmeden, düşünülmeden, tartışılmadan, görüşün alınmadan senin adına kararlar alınması; ya da yaşam standartlarının veya sınırlarının belirlenmesi; her gün yoksullaşmaya abanmak, işsizlik kaygısı, geçim telaşı ve de bir şeylere yetişme güdüsü hepimizi nekrotik hallerden çıkılmaz kılıyor.

Dünyanın sosyal, kültürel, ekonomik ve politik kılcal süreçleri doğrudan bizleri etkiliyor. Bundan kimsenin kaçışı olmuyor. Küresel dünya ve “Günümüz Modernitesi” kimseyi kendi başına salmıyor; kimseyi kendi etki alanı dışında ve paydası olmaktan ötede tutmuyor. Yeryüzünün en büyük fotoğrafı artık küçük küçük bölgesel kaynaklarla kendi varlığını sürdüremiyor. Yüzlerce yıldır yeryüzünün her karış toprağı, her renkten insanı, her inançtan topluluğu birbirine eklemlendi bağlantılandı. Ben başkayım desek de, hepimiz başkasından bağımsız olamıyoruz.

"Farklı farklı ekonomik ve politik cenahların" süreçlerine uyumlandırılıyoruz. İdeolojik, kültürel, psikolojik ve sosyal popülizm kılıfına giydirilen otoriterlik sabah akşam başımızın içini durmadan tahrip ediyor. Dünyanın yeni gözdesi “sağdan yükseliş” en ince demetler halinde tüketim, sömürü, rant, eşitsiz gelir dağılımı, vergide  adaletsizliği körüklüyor; çalışan ve emeklinin sosyal güvencelerini, standart ekonomik gelirlerini daraltıyor. İpin diğer ucunda da egemen, “üstün,” ve her şeye kâr anlayışıyla bakan küçük azınlık grup zenginleşmeye devam ediyor.

Dünyanın doğal kaynakları ve de yaşamın devamlılığı için yerkürenin ürettikleri tırpanlanıyor, kırpılıyor, “tek elde” toplanıyor. Sınırlar aşılıyor, insanlık üstü açık kafeslerde donuyor, sonsuz sularda kumlara seriliyor. Toplumsal duyarlılık, toplumcu sağduyu, kamusal değerlerin içi oyuluyor; evrenin hakikati çürüğe çıkarılıyor. Sözüm ona, bunların hepsi “istikrar, ekonomi, denge” adına gerçekleştiriliyor.

Oysa ekonomi, gelir gider değerleri ve üretim ilişkileri eko sistemin kendi varlıksal değer bütünlüğüne dokunmaksızın, her varlığın temel ve zorunlu ihtiyacını karşılayan bir devinim olmalı. Öyle ince ayarlarla sürdürülmeli ki ekonomik işleyiş; kimseye çıkar üstünlüğü sağlamaksızın, birinin diğerince sömürülme koşuluna izin vermemeli. Nerede olursa olsun piyasalardaki dengesizlik, tutarsızlık, çelişkiler, ayrımcı yaklaşımlar insanlar arası ilişkileri bozuyor; toplumsal barışları tehdit ediyor. Aç varken, tok huzurlu ve güvenli olamıyor. Yoksulluk çoğalırken, insanlık kaktüs dikenlerin acısını hissetmekten kurtulamıyor.

Ülkemizde asgari ücretlilerin, kamu çalışanlarının, emeklilerin kısaca tüm çalışanların (toplumun çoğunluğu) akıbetini belirleyen süreçten geçiyoruz. Enflasyon, devalüasyon, hayat pahalılığı, zamlar karşısında bu kesimlere iyileştirmeler hesaplanırken; deyim yerindeyse, "toplumun tümünün kafasına vergiler ve yeni zamlar yağdı." "Kemer sıkma politikaları" tekrar toplum çoğunluğuna dayatıldı. İnandırıcılığını ve gerçekliğini kaybeden TÜİK rakamlarıyla, enflasyonu düşük gösterme çabalarıyla güvensizlik, istikrar kaygısı, belirsizlik tedirginliği üstlere çıkarken; toplumun esas üreticilerinin (çoğunun) mutsuzluğu katmerleşti.

 Sosyal devlet gerekliliği, kamusal haklar, sosyal güvenceler, gelir ve vergide adalet, barınma hakkı “piyasacı anlayışa” peşkeş çekiliyor. Yoksullaşma, fakirleşme, temel ihtiyaçlara ulaşma zorlaşırken; insanı ruhsal, bedensel ve psikolojik olarak iyileştiren sosyal, kültürel, sanatsal, seyahat ve iletişim ihtiyaçları karşılamak güçleşiyor.

Dünyanın son otuz yılına baktığımızda çoklu krizlerin her alanı, her coğrafyayı, her kıtayı ve her toplumu tüm yakıcılığı ile sarmaladığı aşikâr. Savaşçı politikalar, sınırlar ötesi yayılmacılık, çatıştırma, ayrıştırma ve kutuplaştırma ile göçler oluşuyor, anormal kalabalıklar birikiyor,  insanlık güvencesiz ve  ucuz iş gücü sürüsüne dönüşüyor.

Buralardan çıkabilir miyiz, elbette çıkabiliriz. Karamsar bu tabloya rağmen umutsuz olmak gerekiyor mu, elbette değil. Tüm zorlu süreçler insanı çözüme odaklar. Tüm abluka ve müdahalelere rağmen insanın özünde çıkış, arayış, özgürleşme ve kendini yaratma isteği vardır. 

Bireysel kurtuluşun ve bireysel çıkarlarımızı sağlamakla güvence de olmadığımızı; mutlu ve güvenli hayat için yeterli olmayacağını bilmekle başlamalıyız. Bireysel gelişim,  kişisel yeterlilik, bireysel istek ve  doyumluluk değerlerimizi toplumsal sağduyuyla  ve toplumsal sorumlulukla bütünleştirmek zorundayız...

İnancımız yutulursa yitiririz kendimizi. Hayallerimizin ve planlarımızın gerçekleşme olasılığı iradi tutkumuzla ilgilidir. Kendimizi sadece kendimizi belirlemediğimizi bildikçe yeni kıyıları da keşf edebileceğiz. Güneş ötesi, karanlıkta diyarlarda gizlenmiş bulut narinliğinde çok da dokunaklı hayatlarımız var bizim.

Değiştirebiliriz, evrensel zenginlikleri kuşandığımızda her statükoyu aşabiliriz. Hayatımızın ve geleceğimizin erdemli değerlerini belirleyebiliriz. “Kâr için değil, hayat için ekonomi dediğimizde;” sosyal ve kültürel duyarlılıklarımızı pekiştirdiğimizde hiçbir iktidar, hiç bir otorite, hiçbir egemen gelenek haklarımızı alıkoyamayacaktır.

Hepimiz daha güzel ve daha iyi şeyler hak ediyoruz; hepimiz daha çok şey hak ediyoruz. Haydi önümüzdeki duvarları çekelim ışık çoğalsın..

Duvarları Çekelim Işık Çoğalsın!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *