Karanlık, “Soyut Tabloda” Gizlenemez Ki…

YAYINLAMA: 26 Eylül 2023 / 03.00 | GÜNCELLEME: 25 Eylül 2023 / 21.19

 “Belirsizliğin üzerimizde hâkim olmadığı bir an var mıdır?”

Doğuştan tanığıyız her öykünün, nefret edilen yorgunluğun ve coşku ile umut edilen şafağın. Eğlendirecek, yanıltacak ve eğitecek bir zamana tabi oluruz Zaman bize uyumlanmaz, biz onda yetişiriz. Cibran’ın dediği gibi “Deniz ve kıyıların buluştuğu yerde, sadece birer kum tanesi olarak kum ile köpüğün arasından gidip geliriz.”

 Zamanın çoğunu “muhalif ayrıcalığımızı” prova ederek eksiltiriz. “Kendini kendine” meşrulaştırma sanatıdır bu. Doğruda olsa, yanlışta olsa bir çok duyulmayan konuşma ve gerçekleşmesini arzuladığımız çokça tepki içimizde durmaksızın buluşur. İçimizi sığınak yapan bu kavuşmanın bizim üzerimizdeki otoritesini hissettikçe, içte yağmalanan yanıtlar defalarca denenir ve  çıkış yolunda mazeretlere sığınırız.

Halil Cibran:“İnsanların gerçekliği, açığa vurduklarından ziyade açığa vuramadıklarında gizlidir,” diyor. Bizle ve bizden evvel hayatın sahnesine konuk olanları gizliden bolca yereriz. Kendimizi böylece gururlandırırken, dünyaya bir şeyler katmamız gerektiği ile ilgili ise çok da kafa yormaz; ve niyetimizi sorgulamayız. Bu bilinç ayaklanmamızı öznele değil, hep nesnel olana yöneltiriz. Bu, “suya sabuna dokunmadan” bizim kendimize imtiyazlı hürmetimizde sayılabilir. Kısacası her iyiyi kendimizde, her kötüyü dışarda gerekçelendirmeyi severiz.

Dünya şemasındaki yerimizi ararken, yüzyıllardır iç içe geçirilmiş ve de belirginliğini yitirmiş düşünceler, fikirler ve anlaşılmayan duygular silsilesi her yönden bağırıp çağırır. Bizi içine çekmek için korkusuz rüzgârları estirip gürler. Bu kolektif baskı içimizde utanmasızca yol alırken, bazen doğrusal bazen de eğreltik sanal özgürlükler üretir. Bu göreceli özgürlük, bizi “hayatta kalmış taklidine” mahkûm eder.

İnsan, dünyanın mütevazı sularından en az etkilenir hale sokulurken, dünyanın saf kokularına duyuları yabancılaştırıldı; kötülüğü anımsatan uyarıcılara kulaklar tıkatıldı. Bu gizli senaryo belki de sıradanı, kolaycılığı ve itilmişliğin bize entegre edilmiş sahte rolü ustalıkla meşrulaştırdı. Kendi varoluşumuzdan koptukça sisli geceyi yumruklar hale geldik. Zamanın içinde” incitilmeyen, incinmeyen var mıdır ki? 

Kendimizi kusursuz ilan ettiğimiz ve yücelmeyi amaçladıkça ne kadar çok büyük kusur üretiyoruz değil mi? Mükemmel ve haklı olma krallığımız, bir başkasının aynı krallığı kendine evirmesine kadar olabileceğini ne çabuk unutabiliyoruz. Bu “gölge şöhretler,” sabahtan akşama, ya da bir duraktan diğer durağa süren zaman dilimi boyunca dahi değildir. Karanlığımız soyut tabloda gizlenemez ki!

Elbette insanlar kötü varlıklar olarak doğmadılar. Hep te kötü kalmayacaklar. Yeryüzünde kötü şeyler yaşanıyor, insanlar kötü yaşama mecbur bırakılmış olabilirler. Hiç birimiz sadece kendimiz için yaşamıyoruz. Şimdiye, geleceğe ve diğer varlıklara dair sorumluluklarımız var. “Belki dünyayı tamamıyla değiştiremeye ömrümüz yetmez ama kendimizi değiştirebiliriz.”

“Mutlak hayatın,” yanılsamaların ve yalıtılmışlığın çok ötesinde, daha da üstünde zirve olduğunu bize Martin EDEN nasılda coşkuyla hatırlatıyor değil mi? Hayatın madde ve doğal yasalarının işleyiş bilgisini red ederek farkındalığa ulaşılamayacağını anlayan Yalom ise, “hayatın sessiz, yumuşak ve soyut akışını olağanüstü derecede görerek kendinizi onurlandırın,” der.

Elbette hayat kendi haline bırakılıp “keramet beklenecek” süreyi tanımaz, içinden alınması gerekli çokça heyecanlar, coşkular bulundurur. Kusursuz bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değil belki, ama her an’ı duyumsama, hayatın her rengini ve her tonunun öz anlamına yakınlaşmak için niyetlenebiliriz. Mevsimlere mecburiyetimizi veyahut kışın arka bahçede hazırladığı baharı fethetmek için insan, bazen kendi güneşinin doğuşunu ve de batışını samimiyetle özümsemeli.

Seyirlik görsel bir nesne değiliz. Korkuyla ötelediğimiz öz varlığımızı inkâra kalkışmak ruhumuzu zincirler ve düşlerimizi prangalar. Canımız yanabilir,  hayatın bir yerlerini kaçırabiliriz, hayalini kurduğumuz bir çok şey bize tuzak gibi gelebilir. Habersizce çok kırılgan parçalara bölünebiliriz. Ama “hala dinliyorsak, hala düşünüyor ve hala hissediyorsak” yücelerde bir yerde hayat yolumuz gözlüyor olacak.

Gandi’nin dediği gibi, “yarın öleceğimiz bilsek bile sonsuz kadar yaşayacakmış gibi öğrenmeliyiz…” Sorgulamadan öğrenilmez, öğrenilmeyen anlaşılmaz ve anlaşılmayan özgürleştirmez!

Yararlanılan Kaynakçalar:

Güneşe Bakmak (Irvın D. Yalom)

Kum ve Köpük (Halil Cibran)

Martin EDEN (J. London)

After Life filmi

Karanlık, “Soyut Tabloda” Gizlenemez Ki…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *