Sanat Hayatın Gerçek Vazifesidir…
Boyunlardaki eller çoğalıyor, kollara bağlanan ip sıkılaşıyor, düşler ve duygular her gün yeni uçurumlardan savruluyor. İnsan ruhunu yoksun bir nesne haline getirme çabaları durmaksızın kendini tekrar ediyor. Milyonlarca duygu varoluşundan saptırılıyor. İnsan üzerindeki egemenlik sınır tanımadıkça ve tatmin olmayı bilmedikçe kendimizle olan bağları yakıyor…
E.Fromm’a göre: "Biz insanlar daha çok “hamalca üretmek” ve tüketmekten başka bir amaç güdemez şekle sokulduk. Hiçbir şeye karşı bir amaç besleyemiyor ya da her şeye karşı amaçsızlık içinde sürdürüyoruz hayatı."
Fromm, insanın derin coşkular duyusunu, bu duyguların getirdiği sevinç ve de üzüntü duyma yetisini yitirdiği gerçeğini sıklıkla dillendirirken; bilimin, edebiyatın ve sanatın iyileştirici ve de yaşatıcı yönünü bize hissettirenlerdendir. Her anı üretkenlik ve canlılıkla süslememizi samimiyetle öğütler.
Scott Adams’a ise “yaratıcılık hata yapmamızdır,” ama burada sanat devreye girer. “Sanat bu hataların hangilerinin korunacağını bilmektir,” der. İnsanlığın tüm kırılma ve yıkımsal deneyimlerine tanıklık ederken; kendini diriltmekte, kendini yeşertmekte ve kendini bulmada ısrar eden sanat/sanatçı susmadan söyleneceği hep söyleyendir.
Düşünülen çok şeyi bir çırpıda, en yalın zamanlama ve birkaç sözcükle cesurca köpürtür sanat. Kişilerin iç güdülerine asla müdahale etmez, o yaşama zevkler katan mütevazı fenomendir. Sanat eşit olmayana asla eşitmiş gibi bakmaz; savaşa makul gerekçe uydurmaz; köleliğe ve her türden esarete hiçbir çağda mantık üretmez. Sanat korkmayan tek şeydir. Sanat, karanlığa direnen yegâne şey ise “karanlık olmasaydı belki sanat da olmayacaktı...”
Sanatın kendisi en büyük varlıktır zaten. Sanat-sanatçı maddi varlığın peşine düşmez ve yoksulluk-varlık tanımı ona göre sanaldır, çünkü o doğal hayatın zenginlikleri ile içten ve beklentisiz haşır neşirdir zaten.
Nietzsche'nin dediği gibi, "Ruhun bazı küçük ve mikroskop altında gözükebilen yanlarını, evet o mini minicik olanın ustasıdır sanat.....” Sanat izole edilmiş duyguları kükretir, yerleşik yapılara meydan okur; “seriyle çoğaltılmış ezberleri” matbaa edenin gözüne sokarken yaramazlıkla itham edilir.
Sanat, 'Dünyanın Bütün Sabahları'nda' kendine kafa tutanlara ise şöyle seslenir: "Boğulan sizsiniz, bu yüzden elinizi uzatıyorsunuz, sular boyunuzu aştığından mutsuzsunuz, başkalarını da batırmak için dibe çekmek istiyorsunuz.”
Sanattan neden acaba bu kadar korkulur? Farklı sosyolojik katmanların uyuşmayan hatta zıtlaşan görüşleri olsa da; sanat evrenin tek ortak dili olmaktan çıkarılamıyor. Sanatın ritimleri, yankıları, mimikleri, öfke ve sevinçleri herkesçe anlaşılabilir; herkes oradan barış, özgürlük, adalet ve eşitliğin ve de sevgilerin çoğaldığı zevkleri tadabilir...
Kolayca hedef haline getirilen, ilk fırsatta yoluna bariyerler konan, yeri geldiğinde öcüleştirilen, yok sayılan sanatın ürkütücülüğü insanı kendi varoluşuna koşturmasıdır. Birçok düşünür, psikolog ya da sosyoloğa göre insanlar zaten sanatçı doğar; ama beşikten itibaren yontulur, şekle sokulur, mantıki formüllerle normalleştirilir. Toplumsal statüko, erk, gelenek, suni kültürcülük ve belirlenen inançlar eliyle bir ağacı budarcasına bireylerin tüm sanatsal kimlik ve kişilikleri bir çırpıda eritilir.
Sanat hakları için ayaklanan bir direnişçi gibi korkutucu! Ya da sanat ruha zarafetle dokunan, buluştuğu varlığın duygularına tercüman olan, her hücrenin ateşini harlayan ılık bir esinti olmasın? Sanatın bilimle birlikte sınırları yok saymasından korkuluyor!
Sanatsal her faaliyet son dönemlerde kolayca hedef haline geliyor. Sanat üzerinde iktidarların ideolojik etkisi yaratılmak istenmekte; sanatı tek tipleştirme arzusu fışkırıyor ve gerçek dışı yaftalarla, yasaklar ve “sahne arkası engellerle” sanata karşı linç sürdürülmekte. Sanatı ahlakçı tanımlara boğarak, yaşama altın tanecikler taşıyan sanat damarları koparılmak istenmekte…
Bilmiyorlar ki; sanat, dere boyunca uzanan ağaç kokusu, konuşkan sazlıklar, susmayan cırcır sesleri ve de vadinin karşısındaki umuttur. Onun kalpten ve zihinden aynı anda geçen sevgi fırtınası olduğundan bihaberler.
Oysa “yaşam bizi sürekli yeni değerler yaratmaya zorlar,” başladığımız yerden bitiremeyiz hayatı! Sanat, dün olduğu gibi yanına edebiyatı, kültürü, bilimi, felsefeyi alıp karanlıkta halaya durmaya, horon tepmeye devam edecek…
Çünkü, “sanat hayatın gerçek vazifesidir!”
Kaynaklar ve Alıntılamalar:
Sevgiliye Mektuplar (Rosa Luxwmburg)
Umut Devrimi (Erich Fromm)
Bilim ve Felsefe (Nietzsche)
Gallerymak.com