İnsan “Makul Kendini” Yenmeli!

YAYINLAMA: 24 Ekim 2023 / 03.00 | GÜNCELLEME: 23 Ekim 2023 / 19.36

İçimizde, doğru’yu ya da yüce bir “iyilik kökü” taşırız. Bunaltan ateşli kaosta bile varlığımızın içinden geçeceği bir kapıyı amaçlarız. Yeniye uyanan arzular, en katı duvarlarla örtbas edilse de fokur fokur kaynar en bücür hücrelerimizde. Bilgeler, “kavrayan dağları da inşa etmeyi de öğrenmeli, kendinizin farkına varırsanız bu pek büyük bir iş değil,” diyen seslerini uzattılar günümüze. Zaten hayat her seferinde “makul kendini” yenmeye zorlamıyor mu?

Bir bakırcı ustası, bir çiftçi, bir ressam, bir müzisyen ya da bir yazar yeni bir eser için çabalarken, önceden ortaya çıkardığı deneyimleri ve eski ürünü ile kendi dışındaki (benzeşen) yapıtlarla bir kıyas ve muhasebe yaparak emeğini taçlandırmak ister. Mandela da: “Hiçbir zaman kaybetmem; ya kazanırım ya da öğrenirim,” demiyor muydu?

Bu mukayeseli tutum her ne kadar birbirini "mat etme, üstünlük sağlama ya da hiçleştirme" biçiminde algılansa da(uygulansa da), "karşılaştırma ya da kıyas çoğunlukla birleştirici, bütünleyici ve dolayısıyla yapıcı bir araçtır." Karşılaştırma, ölçülendirme ya da oranlama hayatın içinde de ustalaşmayı, güçlü tariflere ulaşmayı, yoğun aydınlanmaları ve de vicdani bir disiplin sağlar.

Hayat birbirinin benzeri ya da çoğunlukla birbirinin devamı gibi gözükse de “bizde yeni tutkular yaratan” kişilikleri kendi içimize resmetmenin potansiyeliyiz. Çünkü insan doğası kendi sınırların ötesini adımlamayı özler; kendisine konan bariyerleri aşma ve yaratıcı sistematiği edinmeye koşulsuz meyillidir. Hele bize haz katan faaliyetler, sevinç uyandıran fikirler, coşkuları taşıyan duygulara çarpıldığımızda “bir daha bir daha” diyen iç sesimiz her yana taşar.

Bu yönlü kodlarımızın mirasıyla, çağın vasatlığından kurtulmayı hedefleyen “insanüstü biyografilerle” durmadan zihin ve duygu teması kurarız. Bu biyografiler gezegenimizi bilgi seliyle donatmayı bilen ve geçmiş ile geleceğin bağlantısı olan dönüştürücü failler ve bükülmez fikirlerle donanmış aktörlerdir.

Bunlardan biri olan Dostoyevski şöyle diyordu: “Kendisini etkileyen bir kalp ve de özgürleşen bir zihin ancak sonsuz evreni var edebilir ve de sorgulayan bir ruhu yaratabilir.” İşte tarih boyunca “durumun umutsuz olduğuna, takatimizin kalmadığına, hareketlenmek için herhangi bir neden bulunmadığına, artık yapacak şeylerimiz olmadığına inanmamızı isteyen" ‘hasımlarımıza’ Shakespeare'den, Goethe'den ve Nietzsche'den bitimsiz şamarlar vuruldu...

Goethe, "yaratıcılığın ve bütün yorumların en yüksek rütbesi... kimsenin kontrolünde olmayan ve dünyevi gücü üzerinde olan," derken; Nietzsche, bu kökleri daha derine daha genişe yayar. Nietzsche, var olan dünyayı diğer dehalar gibi sakince kucakladı; bağlarını insanlarla sınırlamadı; hayvana, bitkiye, doğanın tüm varlıklarına ulaşıyor, varoluşun doruklarına doğru çıkışında kararlıydı. O boyun eğmedi, uzlaşmaya gitmedi, çağın bilgisiyle yetinmedi, trajedinin figürü olmadı. Sanatı, bilimi, felsefeyi hayata ezberletmeye yeltenmedi; O, onları hayattan süzüp çıkardı.

Her düşüşte doruk noktasını sezdi Nietzsche. Her dram onun içinde yenilgiye uğradı, sevinçler ve coşkuları ölü dünyanın taşlarına cilaladı. Dağın zirvesindeki rüzgârlara şahitti ve kalbinin direnişini fırtınalara dönüştürdü.

“Güce, tahakküme, fotojenik hallere ve poz verme ihtiyacı duyandan kaçının,” diyen Nietzsche yüz yetmiş dokuz yaşında. (15 Ekim 1844) Ama o günden bu güne kökleşmiş sömürü ve gizlenmiş kötülüğün “barışçı varoluş karşıtı kırbaçları” çocukların, kadınların ve canlıların göğsüne keskin ucuyla hala iniyor. Nietzsche ise, “o günden bu günün acısını” hissediyordu. Çünkü "O" her yerde, her zamandan ve “her acıdan acı” duyuyordu.

Bilginin, sevginin, duruluğun, özgürlüğün ve hayatın sonsuzluğunu kendi zamanın çok ötesine ikram eden dehalardandır Nietzsche. Onu sarsan veya canlandıran şey mülkler, servetler, milli sınırlar, milliyeti, soy sopu olmadı. Sorgulama, şüphe, bilgi ve hakikati arama; eşitlikçi ve adaletli ruha duyduğu istektir onun yaşam formülleri.

Shakespeare, Martin Luther, Rosa Lüksemburg, Dostoyevski, Sartre… ve Nietzsche kapasitelerinin farkına varanlardı. İnsanlığa sundukları barışçıl, özgürlükçü, savaşsız, sömürüsüz ve eko dengeye saygınlık deklarasyonları ile kalpleri, ruhları, çağı ve evreni boğulmaktan kurtarabilecek umutların vanalarını açtılar.

Bu hafıza, çaba ve birikimleri, değerleri ve saygınlıkları güncelle karşılaştırmak ve muhasebesini objektiflikle yürütmek geleceğe rehber olmaz mı?

“Kalın ve güzel giysilerle giydirilmiş iktidarın” sefaleti küreselleştirmesine; hayat yerine sınırları, dilleri, renkleri, kültürleri, cinsiyetleri, stratejileri yerleştirerek dünyayı ucu keskin oltanın ucunda sallandırdığının farkında değil miyiz?

İyi ki doğdun Nietzsche…

 

Kaynaklar ve alıntılamalar:

Karanlıktaki Umut (Rebeca Solnit)

Böyle Buyurdu Zerdüşt (Nietzsche)

Putların Alacakaranlığında(Nietzsche)

Ruhları İyileştirenler (Stefan Zweig)

 

İnsan “Makul Kendini” Yenmeli!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *