Askıda Bütün Hissedişler!
Bize ait olduğunu sandığımız tarih kendi kendine tekerrür ediyor. “Tarihsel Kast Sistemi,” toz toz akan çileyi yeniden yeniden formüle ediyor. Her kategoriden acı, dikine ve keskin pençeleriyle çullanmış dünyamıza. İç semirten ve dövülmüşlük hissi uyandıran bu eziyet evreni boydan boya ele geçirmiş. İçinde kahramanlık öykülerinin yüzdürüldüğü ve “hümanist efendiliğin” parlatıldığı bu geçmiş belki de avutma tahakkümünden başka bir şey değildi?
Kendi saltanatlığına hayran olmayan var mı? Herkes kendi barışına sadık ve kendi savaşının savunucusu herkes; çeşme başında biri diğerini kendi kaderine razı etme peşinde; azınlık çoğunluğu buyruğuna razı kararlılığında. Aklı, kalbi ve duyguları çalan puslu ve baştan çıkarıcı bu tuzak bilinmeyen anlarda sessizce karaktere dönüşüyor.
Oysa kirletilmiş ve karartılmış gökyüzü, “ağzına avazının sığdığı kadar” bağırıyor. Yine de askıda insan benliği, askıda bütün hissedişler. Çığlıklar sarsıcı da olsa, “peydahlanan karanlığın” gırtlağında duyulmaz oluyor(gizleniyor). Yalan yanlış sanrılar ellerimize tutuşturulan çubuklarda şuursuzca sloganlaşıyor. Sürecek belki tüm bunlar, yüzyıl daha ya da bin yıl daha…
Şimdi yine bir yerlerde korku, kaygı ve tükenişin zili zonkluyor olmalı. Bir yerlerde matem yükseliyor olmalı, bir yerlerde şarkılar göğsü delip içe geçiyor olmalı. Bir yerlerde boğazlar düğümlenirken, tüm bu insani hıçkırıkları susturma veya kılıfa uydurma peşindeyiz. Atilla İlhan’ın, “aralıksız gerilim ve bekleyiş yüreklilik diye bir şey bırakmıyor, sabrın ve duyarlılığın gücünü çürütüyor,” dediği durumdayız.
İşte “Modern İnsan” kendi uydurduğu şeylerin denetimine çoktan girdi. Kimse nereye gideceğini bilmiyor; korkuya kapılan insan, kendiyle ve başka unsurlarla çatışmayı olağan algılamakta. İlk çağlardan beri “insanın kendisiyle” ve insanın insanla, insanla doğa arasındaki çekişmesini inkâr edemeyiz. Böylelikle zor kullanımı her çağda etkin olmuştur. Bunun karşısında bireysel özgürlük ve güvencelerin korunması düşüncesi “sürekli gelişimin” altın talebi olmuştur.
En koyu evrensel ilkelerin teorik sözleşmeler haline geldiği ve sömürü, savaş ve çatışmanın yok edici etkisinin (ölümcül dehşetinin) bağıra çağıra deneyimlendiği çağda; hala kayıtsız, ilgisiz olmak insanlığı kıvrandırıyor. Gizli amaçlar, örtülü planlar, yalandan gerekçeler, tehdit ve yayılma arzuları insanlığın tüm barışçı planlarına ket vurmakta. Güç ittifakları, sömürü düzencileri, parasal ve maddi güçler durmaksızın “kendine gerekçelerle” yine iş (savaş-çatışma) peşindeler.
Çocuk, kadın ve sivil insanlar istemedikleri bu durumun kötülüğüne araç edilmekteler. Doğanın, çocukların neyi varsa sopa yiyip, üstüne alevli şimşekler çakılıyor. Bir anla, bir hafta ile bir mevsimle çarçabuk ihtiyarlıyor çocukluk. Bir kozanın içine sıkıştırılan tüm çocukluk çelik hırslarla ilk dövülenler oluyor. Dünyayı daha tanımadan çocuklar başkaları yüzünden dünyayı “rezil” biliyorlar.
“Başkaldıran umutların” saç diplerinden tutulup çekile çekile sarartılması ve de cılızlaştırılması amaçlanmakta. İpe sapa gelmez iddialar ve “kılı kılına yaşam” ışığı berdest ediyor. Anlayacağımız üzere emeğimiz, ürettiklerimiz, çoğalttığımız barışçıl duygular, bedellerle elde edilen özgürlük ve demokratik değerler, sevinçlerimiz, coşku ve sevgiye düşkün bağrışmalarımız hep saldırı altında. “Hiçbir Şey Yaşamaktan ve de Yaşatmaktan Daha Önemli Olamaz” Hiçbir toprak kabul etmemeli zamansız ölümleri.
Bir zafere daha ihtiyacımız yok, başarıya, övünülmeye, baş tacı edilmeye, alkışlanmaya muhtaç değiliz. “Yeterince nefret etmediğimizde, gereğinden fazla sınırlar çizmediğimizde, geriye dönüp tarihi şahlandırmadığımızda küçülmeyeceğiz.” İçimizdeki en canlı duygular ruhumuzun derin bir yerlerinden yola koyulmuyorsa karanlığı aydınlığa, kötüyü iyiye ve savaşı barışa dönüştürme olanağımız olmayacak.
Oysa her yanda yaşam yolumuzu gözlüyor, çiçek zamanında açıyor, deniz buluta bulut ise yeryüzüne kalbini açıyor, toprak asfalt altından fısıltılı çağrımıza bakıyor, oysa biz çok azını algılıyor, çoğunu ezip geçiyoruz.
Şair Arif Damar:
“Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde; toprağın ve insanlığın ümitle yarattığı her şey; çatlayan tohum, akan su, ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü, hayatı öven şiir, kardeşliği söyleyen şarkı, mücadele eden resim ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti harbe ve ölüme karşıdır.”
Yararlanılan Kaynaklar:
Attila İlhan (Bışağın Ucu)
Erich Fromm ( Sahip Olmak ya da Olmamak)
Erich Fromm (İnsan Olmak Üzerine)
Arif Damar (Dayanılmaz Şiiri)
Hermann Hesse (Öldürmeyeceksin)