HAKİMİYET BİLA KAYD-U ŞART MİLLETİNDİR
Bizler cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarına şahitlik etmiş, onu coşkuyla kutlamış şanslı insanlarız. 29 Ekim haftasında tüm komşularım mahallemizi bayraklarla, Atatürk posterleriyle gelincik tarlasına çevirdik. Aynı coşku, eksiksiz tüm seyahat acentası meslektaşlarımın iş yerlerinde de vardı. Kocaman bayraklarını gururla asan meslektaşlarımızın eksiklerini çok güzel bir yazı ve armağan ettiği bayraklarla Türsab Gap Bölgesel Temsil Kurulu Başkanlığımız tamamladı.
Anıtkabir’e sadece 29 ve 30 Ekim’de iki milyon insan akın etti. Yurdumuzun ve dünyanın her köşesinde yaşayan ve “Ne mutlu Türküm” diyebilen her vatandaşımızın yüreği bir kez daha yurt sevgisi ve Atatürk aşkıyla çarptı. O’nunla, onurla ve gururla cumhuriyetimizi kutladık ve cumhuriyet kazanımlarımıza sıkı sıkı sahip çıkmaya bir kere daha söz verdik.
Bu ara yapılan bilgisiz ya da art niyetli karşılaştırmaları okudukça, bu köşe yazımda Cumhuriyetin, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına kadar olan ilk 15 yılıyla, son 15 yılını karşılaştırmak aklıma geldi.
Aşağıda özetlemek istedim:
29 Ekim 1923. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti kuruyor ve ilk Cumhurbaşkanı olarak başa geçiyor.
Genç cumhuriyetimiz çok zorlu bir savaştan çıkmış, yoksul, yoksun ve eğitime fırsat bulamamış bir halk. Ülkenin kağıt parası olan kaime bile İngiltere’de basılıyor, çünkü Osmanlı kendi parasını basabilecek kabiliyette değil. Gırtlağa kadar Osmanlı borcu. Bu borcu gencecik Türkiye Cumhuriyeti ödemek zorunda. Tam bağımsız bir ülke hayaline ulaşmak için birinci koşul ekonomik bağımsızlık çünkü… Ekonomik bağımsızlık ise tüm borçları ödemekten geçiyor. 108 milyon altın borcunun %80’i yapılan anlaşmayla sildiriliyor ve o yoklukta Atatürk bu borcu ödemeye başlıyor ve başarıyor.
Mustafa Kemal Atatürk, tüm kayıtlara herkesin ulaşabildiği, sağlam bir eğitim alıyor. Çok bilgili, aydın, entelektüel, akla, bilime, ilime, liyakata, gözleme ve yeniliğe önem veren bir insan. Sadece altını çizdiği kitaplara bakarak 4000 kitap okuduğunu biliyoruz. Bir de öğrencilik döneminde kütüphanelerden alıp okuduğu ve iade ettiği kitapları da buna eklemeyi unutmayalım elbette. Başta Nutuk olmak üzere 10 basılı kitabı var. Hakkında yazılmış binlerce de kitap olduğunu biliyoruz.
Doğup büyüdüğü, önemli bir Osmanlı liman şehri olan Selanik, o dönemde kozmopolitliğin zenginliğini yaşıyor. Müslüman mahallesi, Frenk mahallesi, Rum mahallesi iç içe geçmiş durumda. Farklı etnik gruplardaki insanlarla birlikte çağdaş bir dünyada eğitim alıyor. Selanik’te yetişiyor, yaşadığı şehrin demografisi gereği kendi toplumunun ve ecnebi toplumun kadınlarını, özgürlüklerini, eğitimlerini gözlemliyor.
Dünyaya açılan penceresi Fransızca, çünkü Harbiye talebeleri Fransızca eğitimi alıyorlar, ayrıca numaralarının tek ve çift oluşlarına göre de Almanca ya da Rusça öğreniyorlar. Atatürk’ün üçüncü dili Almanca. Osmanlı döneminde kadının dişlerine, kalçalarının genişliğine bakarak “Avrat Pazarları”nda satılmasını kimse yadırgamıyor o yıllarda. Diğer toplumdaki kadınların başardıklarını, özgürlüklerini, bizim toplumumuzda olmayan eksikleri, kadınların eşit vatandaş olması gerektiğini yaşayarak görmüş bir insan. Şeriatın ne kadar çağdışı olduğuna ve kadını ikinci plana iterek toplumu nasıl topallaştırdığına ve cahilleştirdiğine acı ve üzüntüyle şahit oluyor. Kültürel olarak özgünlüğü temel alarak, Avrupa’nın parçası bir toplum yaratma hayali böyle başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde, 1927 nüfus sayımında 7,5 milyon erkek ve 8 milyon kadın var. Savaşlar yüzünden erkek nüfus azalmış. Atatürk, kadının eğitimli olmazsa, ekonomide, fabrikada, tarımda, bilimde, hastanede, okulda sosyal ve ekonomik hayata katılmazsa toplumun ilerlemesinin mümkün olmayacağını çok iyi biliyor. Kadının yetiştirdiği çocukları sebebiyle çok iyi eğitilmesinin şart olduğunun farkında. Kadını önceleyen bir kalkınma planını devreye sokuyor. Öyle ki CHP’den önce Kadınlar Fırkası’nı kuruyor. Fatma Aliye, Halide Edip Adıvar, Şükûfe Nihal Başar gibi aydın kadınları hep ön plana çıkarıyor, mücadelelerine destek oluyor. 1927 sayım sonuçlarına göre, toplumun yüzde onu okuma yazma biliyor ve bunun da yüzde iki buçuğu sadece kadın. Atatürk devrimleri ve eğitim seferberliği ile dört yılda okuma yazma oranı %400 artıyor. Atatürk dünya standartlarında eğitime önem veriyor. Çağı yakalamak için gençleri yurt dışına gönderiyor, orada elit bir eğitim alıp ülkelerinde uygulamalarını sağlıyor.
Atatürk müthiş bir planla ilmek ilmek çağdaş Türkiye’yi yaratıyor.
Savaşı, sadece ulusunu tehdit etmeleri halinde, barış için yapmak zorunda çare bilen bu deha, barış ekonomisinde akıl, bilim dengesinde ekonomik bağımsızlık ana prensibiyle hareket ediyor.
Ekonomide asla vaz geçmediği ve taviz vermediği dört prensip şunlar:
Denk bütçe
İhracat ve İthalat arasındaki denge, yani cari açık
Türk lirasının yabancı paralar karşısında (o dönemde İngiliz sterlini) değeri
İstikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme stratejisi (Milli geliri çoğaltma)
6 Aralık 1923’te “Köylü milletin efendisidir” diyor. Milletin efendisi olduğunu düşünen feodal yapıya ve toprak ağalarına bir uyarı bu. Türk köylüsünün güçlenmesi için onlara maddi destek kaynakları buluyor, Ziraat Bankası’nı devreye sokuyor, vergileri düzenliyor.
Tarımsal sanayiyi sisteme sokuyor.1929 Dünya Ekonomik Buhranı’na rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomi programı başarı kazanıyor. Toprak reformu, köy enstitüleri hep bu başarıyı destekleyen doğru adımlar olarak tarih sayfalarında yerini alıyor.
Mücadele ve savaş 1923’te bitmiyor. İlk 15 yılda çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarları sisteme giriyor. Kayseri’de uçak fabrikası, Paşabahçe Şişecam fabrikası, Sümerbank başta olmak üzere o yokluk ve imkansızlıkta tam 46 fabrika kuruyor çünkü “Her fabrika bir kaledir” diye düşünüyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152 artarken toplam sanayi üretimi yüzde 80 artıyor. Muhteşem bir kalkınma örneği olan “Köy Enstitüleri”nde olduğu gibi, ezberci bir sistem değil tamamen liberal düşüncenin ya da sosyalizmin, karma ekonominin, komünizmin Türkiye Cumhuriyeti’ne en uygun yönleri uyarlanıyor. Atatürk cumhuriyetinin vazgeçilmez idealleri olan laiklik, eğitim, ekonomik bağımsızlık, liyakat, tam bağımsızlıktan asla ödün verilmiyor. Bilim adamlarıyla çalışmak onun vaz geçilmezi, çünkü bilimin ışığından ayrılmamak gerektiğini biliyor. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Diyanet gibi birçok kurumu devreye sokuyor. İnsanlara müthiş bir idealizm, özgüven ve yurt sevdası aşılıyor. Modernite ve Türk milliyetçiliği Atatürk’ün iki temel vazgeçilmezi. Devrimci cumhuriyeti işte bu yüzden başarıyla ulaşıyor.
Cumhuriyet devrimlerini anlatmaya sözcük yetmeyecek, farkındayım.
Burada son 15 seneyi yazacak yerim de kalmadı. O sebeple sizden okuduğunuz her satırın son 15 senedeki karşılığını düşünmenizi rica ediyorum. Örneğin genç cumhuriyetin ilk 15 yılındaki eğitim seferberliğini okurken, son 15 senede nasıl dünya standardının çok arkasına düştüğümüzü düşünün. O günlerdeki yüksek standartlı liselerden imam hatiplere dönüşü düşünün. Şu anda çok fazla üniversite mezunumuz var ve fakat alt yapımız ya da araştırma geliştirme bölümlerimiz olmadığı için ciddi bölümünün maalesef işsiz olduğunu ya da ucuz işgücü olarak iş bulabildiklerini, tıp fakültesi mezunlarımızın yurtdışına kaçmalarını düşünün. Atatürk döneminde yurtdışına gönderilip elit eğitimden geçen gençler varken, bugün yok edilen üniversite kalitesi sebebiyle hizmet sektöründe ucuz işgücü olarak kullanılan gençleri düşünün. Kadının nasıl değersizleştirildiğini düşünün. Tüm fabrikaların ve cumhuriyet kazanımlarımızın nasıl satıldığını düşünün.
Hakimiyet bila kayd-u şart milletindir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 6. maddesi bu cümle ile başlar. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” anlamına gelir.
O halde hala ne duruyoruz? Milletin uyanmasının, dirilmesinin, ölü toprağını üstünden atmasının vakti gelmedi mi?