GEORGE ORWELL, BİNDOKUZYÜZSEKSENDÖRT (1984) ROMANI ve BİZ
Nedendir bilinmez (ya da çok iyi bilinir), bu ara sık sık George Orwell’in 1984 romanını hatırlıyorum. Daha önceleri de her demokrasi götürülen ülkedeki gelişmelerde bir fasıl bu romanı hatırlıyordum ama bu ara, çoklu organ yetmezliğindeki ülkemde romanın içinde yaşıyormuş duygusu kabus gibi üstüme çöktü.
Gerçek adı Eric Arthur Blair olan George Orwell, İngiliz yazar ve gazeteci. Babası İngiliz bir kamu görevlisi olduğu için, görev aldıkları Hindistan'ın Motihari şehrinde 25 Haziran 1903 de doğmuş ve 46 yaşında da vefat etmiş. Çocukluğunun bir kısmı Hindistan'da geçmiş ve sonra İngiltere’de Eton Koleji'nde eğitim almış.
Orwell, kısacık hayatı boyunca toplumsal adaletsizliklere, totaliter rejime ve yozlaşmış güce karşı dik duruşuyla toplumun hayranlığını kazanmış. Siyasi düşüncelerini ve deneyimlerini, eserlerine çok net olarak yansıtmış. Orwell, aynı zamanda İspanya İç Savaşı sırasında faşist güçlere karşı savaşan bir özgürlük savaşçısı olarak da tanınmış. En bilinen eserleri "Hayvan Çiftliği" (Animal Farm) ve "1984".
1984 romanını 1948 de yazmış. Roman 1949 da basılmış. Stalin, romanda anlatılanın kendi yönetimi olduğunu düşünerek kitabı yasaklamış. Hayvan Çiftliği kitabı da eskiden yasaklanan kitaplar arasındaymış.
1984 romanının bir distopya romanı olduğu bilinir. İlk olarak, John Stuart Mill tarafından, 1868’de kullanılan “distopya”; kötü, normal olmayan, hastalıklı anlamında bir sözcük. Distopya; bireyin sistemin dayatmalarına maruz kalıp çöküş yaşadığı ve olumsuz duygulardan çeşitli nedenlerle asla kurtulamadığı bir evreni anlatır. Böyle düşününce aslında günümüz gerçeklerinden çok uzak olmaması da çok ürkütücü diye düşünüyorum.
"1984", totaliter bir distopya olan Oceania isimli ülkede geçen bir roman. Özetle baskıcı bir rejimin insan haklarına ve özgürlüklerine nasıl zarar verdiğini anlatıyor.
Orwell’ın kitabında anlattığı distopyadaki iktidar, tüm hakikati sadece kendisi belirliyor. Yalan propaganda ve bilgi manipülasyonuyla halkın algısını şekillendiriyor. Gerçeği çarpıtarak veya gizleyerek, kendi iktidarını pekiştiriyor ve muhalefeti bastırıyor. Ülkede bir “Hakikat Bakanlığı” var. Parti’nin sloganı “Savaş Barıştır-Özgürlük Köleliktir-Bilgisizlik Güçtür” şeklinde. "Gerçek, gerçekleşmiş olduğu için değil, hatırlandığı için var olur.", "Eğer düşünmeyi reddedersen, asla hataya düşmezsin.", "İki artı iki dört eder. Ama bazen, partinin yanıldığını düşündüğünüzde, iki artı iki beş de edebilir." düşünceleri de halka sürekli dikte ediliyor.
Ülkede bireylerin düşünmeleri, sorgulamaları asla istenmiyor. “Halk ne kadar az düşünürse o kadar mutlu ve özgür olur” anlayışı kişilerin beynine yerleştiriliyor.
Özellikle romanın şu bölümü çok tanıdık: Parti; karşıt kavramların bir arada kullanıldığı gerçekle ilgisi olmayan söylemleri, akla yatkın olmasa da kabul edilmesini şart koşuyor. Önemli olan kişilerin partiye tam ve koşulsuz bağlılıkları ve bu yüzden akıl mantık asla önemli değil.
Romanı kısaca özetlemeye çalışayım:
Totaliter bir devlet olan Ocenia’yı “Büyük kardeş” yönetiyor. Ülkede Winston Smith adında bir vatandaş var ve biz romanı onun dilinden okuyoruz.
Büyük kardeş rejiminin, herkesin düşünce ve davranışını adım adım izlediği ve gerektiğinde hemen cezalandırdığı bir gözetim sistemi var. İfade özgürlüğü kısıtlı, düşünceler izleniyor, bireylerin özel yaşamları bile gözetim altında ve ülkenin durumu çok vahim. Bu durum, bireylerin her adımda devlete karşı gelmelerini engelliyor. Devletin propaganda makinesi, halkın gerçekleri algılamasını ve sorgulamasını zorlaştırıyor. Çeşitli propagandalar ve yalanlarla halk, devlete sorgusuz sualsiz itaat etmeye yönlendiriliyor. Bireysel özgürlükler kısıtlı. Yurttaşların temel hakları rafa kaldırılmış, seyahat etme, toplanma, dinlenme ve diğer temel hakları üzerinde çok sıkı bir kontrol uygulanıyor.
Gözaltı ve diğer baskı yöntemleriyle muhalifler sindiriliyor ve itaatsizlik bastırılıyor. Winston bu mantıksızlık silsilesine karşı içten bir isyan içinde.
Ülkenin durumu, Winston gibi düşünen bireylerin toplumda yalnız hissetmelerine neden oluyor. Winston, kendisini yalnız sanırken, Julia’nın da aynı kendisi gibi düşündüğünü fark ediyor. İçinde bulundukları düzeni değiştirmek için devlet mekanizmalarını sorgulamaya başlıyorlar. O kadar sıkı bir takip var ki ikisi de ne yazık ki yakalanıyor. Winston’a çok ağır işkenceler yapılıyor. Sonunda o da beyni yıkanmış, düşünce yeteneği yok olmuş sıradan bir Ocenia bireyine dönüşüyor. Gerçeği sorgulamayı reddediyor. İnsan özgürlüğü üzerine oynanan oyunların, gerçeği kontrol etme dürtüsünün ne kadar korkunç sonuçlar doğuracağını artık umursamıyor…
Anlaşılacağı gibi “Devlet”in , propaganda ve manipülasyon araçlarıyla gerçeği değiştirmesi ve toplumun algısını manipüle etmesi bir toplumsal cinayet. Bireylerin çeşitli armağan, ceza yöntemleriyle özgür düşünme yetilerini ve kişisel özgürlüklerini kaybetmelerini sağlamak başarılı bir toplum mühendisliği değil.
Roman, aynı zamanda insan doğasının içsel çelişkilerini ve ihaneti de çok net şekilde ortaya koyuyor . Winston gibi karakterler, içlerindeki isyan duygularına rağmen, sonunda devlete teslim olup kendi değerlerinden vazgeçiyorlar. İnsanlar kırılgan varlıklar ve dışsal baskı altında direnç eşikleri çok farklı.
Her hal ve koşulda doğruları savunma özgürlüğünün kıymetini bilmemiz umuduyla yazımı noktalamak istiyorum.