Yaşamadığın Hayatın Kölesisin!
“Modern insanın köleliği” cümlesini ne çok kullanıyoruz, değil mi? Bu tespitle sadece kendi dönemimizi tanımlamak veyahut başkaca zamanın, önceki çağların kendine özgü kulluğunu göz ardı etmiş olmuyoruz. Kölelik zihinde, duyguda, bendende, tüketimde hep vardı. Eckhart köle olmayan insanı şöyle tanımlıyor; “özgür insanın gözünde, sahip olduğu her şey sırf daha büyük canlılığın bir aracıdır; daha çok ya da daha az şeye sahip olması önem taşımaz, çünkü o, kendisidir.”
İnsan suskunlaştı, belki de bu suskunluk zayıflık korlarını yansıtıyordur. Bu da bir çeşit hayatın yenilgisi, yanılgısı ve mutlakıyeti olabilir. Sessizlik haz verdikçe bizim dışımızda kocaman zamanlar tükenir. Bize verilenin küçücük bir ömür olduğunu bildiğimizde ise hayat pılını pırtını toplayıp yüzünü bize ters çevirmiştir bile. Suya sabuna dokunmayarak zamanı eritişimiz duraksatılamaz. Kavgasız, gürültüsüz, yanılgısı ve hayal kırıklığı olmadan hayat gerçekleşir mi? Sosyolojik bütünlük bunun mümkün olmadığını izah ediyor.
Her gün aynı yöne açıyorsak pencereyi, çıkıp indiğimiz aynı merdivense, okuduğumuz birbirinin benzeşi ise, yoğunlaştığımız dünya seçimimiz değil ise aynılaşıyoruz. Böylelikle kendimize çoğalttığımız kalelerin surlarına gömülüyoruz. Kendi özgücümüzden kopuk, kendimizden ürkmüş halde iyilik ve doğruluk beklemek köleliğimizi çoğaltıyor. Yaşamadığın hayatın kölesisin!
Çoğunlukla metaforik algıya kapılıp heyecanı yitiriyor, sıradanlık ve monotonluk körlüğüyle öz evrimin ucunu çoktan kaçırmış oluyoruz. Kendimizi aşamıyoruz, kendimize verilen rolleri tek hayati damar sanıyoruz. Rollerimize (çocukluk, gençlik, kadınlık, erkeklik, mesleki, inançsal, ırksal…) o kadar tapıyoruz ki hakikatin kendisi bize öcü gibi geliyor. “Belirlenen kendini” aşmak, varoluşu baypas etmeden iradeyi yükseltip, kötü talihimizi yenilgiye uğratmak mümkün. Aritoteles’in deneyimlediği gibi; problemimiz evreni düzeltip, akılcılaştırmakla ilgili değildir; evrenin fıtri düzeni ve akılcılığını keşfedip ona uyum sağlamakla ilgilidir.”
Dino BUZZATİ ise “Tatar Çölü’yle” uyarılarını şöylece yapar: “zaman elini sizden çabuk tuttu, sizinse her şeye yeniden başlama hakkınız yok.” Eğer bu uyarıyı önemsemiyorsak içine tıkıldığımız sığınaklara elveda diyemeyeceğiz. Belki kopuş güç olacak ama “elveda aynı suratlar, aynı söylemler, aynı görevler, elveda aynılaşanlar” deme zamanı.
Daha fazla oyalanmak daha çok belirsizlik demek. Sahte umut vaatlerin beklenişi ve tüm domino taşlarımızı geleceğe hareket ettirerek; bugün, olması gerektiği gibi ve anında yaşanması gereken iyilikleri tuzağa düşürmüş oluyoruz. Tatar Çölü analizinde şöyle bir tespit var: “Hayatın kısa olduğunu söyler herkes. Hayatın uzun olduğunu söyleyeni duymazsınız, çünkü onlar intihar etmiştir.” Tatar Çölü’nün öğrettiği gibi: “Geri dönmek için vaktin olmadığı ne çok şey var değil mi?
Modern insan, “ruhunda çözemediği büyük yankılarla uyanıyor her sabah.” Modern insan, eskiden yaşamını besleyen, ona canlılık katan içindeki duyarlılık ve istençleri uyaran özgürlüğü kaptırmış olmanın trajedisini yaşıyor. Modern sistem ise çağının insanını kandırmasını muhteşem bir şekilde beceriyor; onun her gün yenilediği mutsuzlukla umutsuzluk, kararsızlıkla karamsarlık, sağduyu yerine çatışma, düşünme karşısında kuru inatlaşma şeridinde kimliksizliğe itiliyoruz. İklimi, suyu ve toprağı uygun olmayan sınırlara çakılarak koca ömürleri heder ediyoruz. Tıpkı zamanı geldiğinde sıcak bölgelere uçan kuşlar gibi hayat ta kendine uygun mevsimler arar, bulur ve orada büyüyüp, yuvalanır.
Modern insanın köleliği tek başına olması, yaşamı parçalara ayırması, kendisi dışındaki hiçbir şeye inanmaması, sadece kendi acısını hissetmesi, kendini dünyadan tecrit etmesi. Böylece her şeye sahte gerekçeler ve zavallı bir son icat ederek insana ait özgürlüğün sınırlarını ekarte etmiyor muyuz?
Hayallerden, bildik ve güzel olan her şeyden bizi ayrıştıranın ne olduğunu yeterince sorguladık mı acaba? Ya da tüm buna benzer soruları “öğretilenle cevaplamak” dışında bir yanıt üretiyor muyuz? “Hayır, eşitsiz güneş artık bana yetmez” diyor şair. Göğü saydam yapan saflığı eşitçe biriktirmek lazım, hayatın rengarenk duruluklarına eşitçe serpilmek lazım. Eşitsiz hayat hiç kimseye yetmiyor.
Bugün yüzümüzü güneşe dönme zamanı, yüzümüzü kendimize, yüzümüzü insanlığa ve doğal değerlere dönme zamanı. Kendimize, hayata önem biçme ve onu özel kılma zamanı…
Marx’ın dediği gibi: “radikal insancıllığın ereği, insanın selametiydi, özgürlüğü ve bağımsızlığıydı, başkalarına dönük sevgisiydi…”
Yararlanılan kaynak ve alıntılamalar:
İnsan Olmak Üzerine (Erich Fromm)
Tatar Çölü (Dino Buzzati)
Siyah Deri Beyaz Maskeler (Frantz Fanon)