ÇARPIK EĞİTİM
Sabahleyin erken saatlerde işyerinize gitmeye hazırlandığınızda, Ankara için saatler 06:30 gösterir. Ancak Istanbul’da iseniz sabah saat 06:00 kalkmak mecburiyetindesiniz. Sabahın kör karanlığında. Kış sezonu yaz saati kullanan tek ülkenin Türkiye olduğuna inanmaktayım. Elektrik kullanılsın, ‘Yap-İşlet-Devret’ santrallarına olan Devlet borcu karşılansın, düşüncesine hizmet etsin. Fakir halkın sırtına bu yükü de koyalım, alışıktır onlar, bunu da öderler misali.
Bugün sabah erkenden işyerime gideyim dedim ve yola çıkmak için bu erken saatlere uydum. Yollara baktığımda yüzlerce minibüs olarak adlandırdığımız küçük otobüsler dolusu okullu çocuklar, kimisi o yöne gitmekte, kimisi bu yöne. Çocukluğumuzda böyle şeylere şahit olmazdık. Her çocuk kendi semtindeki okullara gider ve yollarda kargaşa yaşanmazdı. Şimdi ise anne ve babalar bir yarış halinde hangi okulun, hangi ders hocasının öğretim yeteneği iyi ise bütün maddi olanaklarını seferber edip, çocuklarını o okullarda okutmaya çalışmaktadırlar.
Ankara için Yenimahalle’de oturan bir aile, çocuklarının eğitim yarışından geri kalmaması için, Çankaya’daki bir okula çocuğunu yazdırmaktan çekinmemektedir. Yenimahalle’den kalkan okul servis aracı, allahın kör karanlığında yola düşmekte ve okul saatini kaçırmamak için, olası trafik kazası riskini de göze alarak bu çocukları okullara getirirler. Aynı kaos okul bitişinde geri dönüşte yaşanmaktadır. Düşünün bir kere, binlerce okul minibüsleri yollarda çocukları taşırken, çocukların oyun oynama zamanlarını çalmakta. Bu çocuklar çocukluk hayatlarını yaşamamaktalar.
Hatırlayın, çocukluğumuzda okula yürüyerek gittiğimiz zamanları, yolda yürürken bile arkadaşlarımızla sohbet eder, fikirlerimizden faydalanırdık. Sohbet bir yerde sosyalleşmemizi sağlardı. Bugün çocuklar bu sosyalleşmeden uzak büyümekteler. Hatta küçücük bir ekrana mahkum yaşamaktalar. Bu, Ankara’da okula giden çocukların okula gidiş ve dönüşlerinde kaybettikleri yaşamları. Hesap ederseniz bu saatler ya çocukların uykularından çalınmakta yada hayatlarından.
İstanbul’da ise bu konu biraz daha vahim noktada. Çünkü İstanbul’daki öğrencilerin büyük bir bölümü okula servis araçları ile gitmektedir. Kimi öğrenciler Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasındaki okullara gider, yani Boğaziçi Köprüsü geçiş sendromunu yaşar, bazıları da Avrupa yakasında oturur, Anadolu yakasındaki okulara giderler. Tabii ki bu gidişlerin de bir de dönüşleri olmakta ve yıllardır süre gelen, bu içinden çıkılmaz durum gün geçtikçe kangren haline gelmiş bir yarayı andırır.
Günde ortalama Istanbul için 20-30 km mesafe kateden öğrenciler, ya yollarda uyur veya akşam yemek yerken başları düşer uyurlar. Ankara’da bu mesafeler biraz kısa, ama yine de hatırı sayılır rakkamlardan bahsetmekteyiz.
Hesap edin, çocuk x saat kayıp ve heba olmaktadır. Bu değerleri biz çocukların hayatlarından çalmaktayız. Sarf edilen milli servet ise cabası. Yüzlerce aracın bu yollarda olması, trafiği içinden çıkılmaz bir kaosa döndürmektedir. Sarf edilen yakıt insan gücünü eklersek, bir büyük serveti sokağa attığımızı kabul etmemiz gerekir.
Istanbul’da, Anadolu yakasından Avrupa yakasındaki saat 10.00’da bir iş toplantısı için yola çıkma zamanı sabah en geç 06:45’tir. Ancak yetişirsiniz. Yıllar önce Milli Eğitim Bakanlığı yayımladığı bir genelgede, semt okullarına kayıt yaptıracak çocuklardan ikametgah ilmuhaberi ile elektrik, su faturaları gibi anlamsız belgeler istedi. Bu aslında namuslu bir vatandaş için, üstesinden gelinemeyecek bir sorun değildi. Kıvrak zekalı yurdum insanı, istediği okul civarında mutlaka bir tanış bulup, onun belgeleri ile çocuğunu kolayca okula yazdırmakta güçlük çekmeme zekasını kolayca kullanır. Bu engeller çabuk aşıldığından okullar bu uygulamadan vaz kaldılar. Memleketimin kıvrak zekalı bazı anne ve babaların, çocuklarını kaydettirmek istedikleri okullara yakın ev bile tutup, bu belgeleri kullandıklarına şahit olmaktayız.
Tabii ki bu çapraz bulmacanın, trafikteki keşmekeşliği daha da arttırdığına inanmaktayım. Bu nedenle bu genelgelerin, diğer genelgeler gibi işlevsiz kaldığını izledik.
Geçen gün gazeteler yazdı. Siz de okumuşsunuzdur diye düşünmekteyim. Ben gazetelerin yalancısıyım. Türkiye’nin 2024 senesinde Mart ayı verilerine göre % 5.5 büyüdüğünü yazmakta. Bu değerler, TUİK diye bildiğimiz, Saraydan yönetilen kurumun verilerine dayanarak söylenmekte. Ben de bu verileri, 2023 senesi verilerine bakarak orantı kurmaya çalıştım. Bu yalana daha ne kadar dayanacağız bilemiyorum. 2023 senesinde % 4 büyüme kaydedilmiş. Yine resmi rakamlarda fert başına düşen milli gelir $ 12,804.00 olarak kaydedilmiş. Elinizi cebinize atın, bakın $ 804 var mı?
Yine yakın tarihte ülkemiz için ilan edilen değer % 5.5 büyüme. Milli hasıla fert başına 2024 olarak ilan edilen değer $ 12,849. Maliye Bakanı Şimşek’in sayfasında % 5.7 büyüme göstermekte. Beyler biz hangisine inanacağız?
Kanımca Merkez Bankası’na verilen emanet paraları da milli gelir olarak kayda alıp 85 milyona böldüklerine inanmaktayım. Yoksa halkın büyük bir bölümü yoksullukla mücadele ederken, beş müteahhit firmanın gelirlerini, ülke nüfusuna bölüp, fert başına milli gelir demenin ne anlamı var ki?
Sizin anlayacağınız holdingler büyürken, küçülen bir toplumun kağıt üstünde milli gelirden payı $ 25,000 olsa ne olur olmasa ne olur, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.