Halen En Gerekli Olanı Anlayamadık…

YAYINLAMA: 24 Temmuz 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 23 Temmuz 2024 / 16.49

Dünyayı ve yaşamı, ahlâki ve erdemsel biçimleriyle sürekli yorumlayan, ama buna bağlı olarak yaşamayı beceremeyenlerin (göze almayanların) çoğunluk olduğu modern çağda her şeyi kemirip, öylece(iziyle) bırakıyoruz. Bu durumda ilgi, bilgi, eğitim, politik kimlik, manifestolarımız, sağladıklarımız yaşamaya evirilmiyorsa; öğrenmedik, anlamadık ve de bilemedik demek oluyor. Elde ettiklerimiz ve yıllar boyu içimizle ve zihnimizle edindiklerimiz gerçek bir sevgiyi, anlayışı, dönüşümü, aktivizmi ve bütünlüğü tayin etmiyorsa ne anlamı var bu emeğin ne önemi var koca analizlerin.

Ürettiğimiz düşünce ve fikirler, "yarattığımız cennet" çoğuna cehennem oluyorsa bu cennet yoksulluğun hacmini çoğaltma cehennemidir. Biz ne dersek diyelim, dünya dev ekonomik otoriteye ve devasa ticaret merkezine çoktan dönüşmüş. Tüm kurallar, algılar, bilgiler, deneyimler, sanat, ilerleme, tüketim buna göre işleniyor; ırklar, kimlikler, kültürler arası diyaloglar bu statükoya hizmet edecek şekilde destekleniyor. Bu “modern imparatorluğun” kalıcılığı adına damarlarımıza kesintisiz disiplin ve koyu hâkimiyet pompalanıyor.

Harari, güç oluştukça ihtiyaçlarımıza pek de uygun olmayan duygusuz ve mekanik bir dünyanın oluşumuna vurgu yapar. Çünkü güç yozlaştırır, güç eşitsizliktir, umutların baskılanmasıdır, cepheleşmedir. Adalet, eşitlik, özgürlük, barış, demokratik değerler adına bile yola koyulan oluşum, yapı, devrim veya bireyler bile güç ve iktidar obezliğine kapıldıkça mücadelenin artık romantik ilgiyi aşamadığı bilinir, vaat ettikleri "cennet bahçesi" ile mesafeleri ise hızla genişler.

Küresel düzlemde mutlu bir dünyayı hayal etmeye elbette hayranlık duyulmalı. Ama Harari'nin söylemiyle Avrupalılar ve erkeklerin mutluluğunu temel alıyoruz, böylece aldatmış oluyoruz tüm evreni; eril ve sınıfsa mitolojiyi güncele formüle etmiş oluyoruz. Oysa mutluluk ve güvenli koşulları tüm doğa varlıkları için talep etmek geçerli yaklaşımdır. Doğayı ve doğal akışı atlayarak, önemsizleştirerek mevcut yozlaşma ve kibirden, kısıtlayıcı döngüden çıkılmaz.

Erasmus, doğa üzerinden hayatı şöylece tanımlar: "doğa onu örten ve engel olan her şeyin düşmanıdır." Erasmus, en etkin eserin(değerin) bozulmamış olanı olduğuna ilgiyi çevirmemizi bekler. Oysa ki birçok filozof, bilge ve objektif aktivist ise çağımızı ve tarihsel bilgileri yorumlarken hem bilimin hem eğitimin hem de modern teknolojik anlayışın arkasındaki gücün(emperyal-kapitalist) özellikle bu alanları kendi ihtiyaçları çerçevesinde ilerlettiklerini anımsatırlar.

Modern Sapiens'in özelliği, ezberledikleri ile yetinmesi ve o döngüyü tabulaştırmasıdır. Bu modern çağ insanı keşfediyor, fethediyor; kahramanlık ve üstünlük öyküleri ile kendine hayranlık ve bağlılık uyandırıyor. Harari'nin emperyal ideoloji yayılmacılığa dediği bu duruma, insanlığı kolaylıkla ele geçirme(sömürme) ustalığı da denebilir. Seçilmiş bilgiyle, öğretilen bilmekle, şekilsel eğitimle ruh bozgunluğu eksilmiyor, aksine ağırlaşıyor. Onun için yaşam, felsefe, sanat ve bilim arasındaki kurguya ve gerçek ilişkideki faaliyetlerine bakmalıyız, tarihimizi de bu sağduyuyla kurmalıyız.

Varoluşçu felsefenin ışığında şunu hatırlamak aydınlatıcı olacaktır: "Halen en gerekli olanı anlayamadık. Çünkü etrafımıza fazlalık ve hurda bilgiler doluşmuş. Bunlar gerekliliğin düşmanıdır. Elbette tarihe de, bilgiye de ihtiyacımız da var. “Bilim bahçesinde aylak aylak dolaşmayan, kendisini yüceltenlerin gücüne dayanıp zorunluluklarımıza ve ihtiyaçlarımıza sert ve incelikten yoksun bir şeyler fırlatmayan bir tarihsel rehberimiz olmalı."

Yaşamak ve harekete geçmek için bir tarihe elbette ihtiyacımız var. Bizi yaşamdan ve etkinlikten mutsuzca geri döndürmeyecek, ya da bu bencil yaşamı, kötü ve boş etkinlikleri mutlu bir hale getiren bir tarih edinmeliyiz.” Bizler yalnızca yaşama hizmet ettiği sürece bilgiye, fikir ve düşüncelere, kültürel değerlere ve tarihe hizmet etmeyi istemeliyiz. Goethe diyor ya, "etkinliğimi artırmadan ve beni dolaysız bir biçimde yönlendirmeden eğitmekten başka bir şey yapmamış her şeyden nefret ediyorum." Goethe neden acaba, "cansız eğitimi, etkinliği felce uğratan bilimi, bilginin abartılmış kıymetini ve bir lüks malı olarak görülen tarihi nefret konusu yapıyor.

Belki de Goethe tıpkı Erasmus gibi, “bize yaşamaktan daha değerli, daha tatlı bir şey olmadığını” hatırlatmak istiyor. En büyük öz saygı, güzel ve hoş olan ne varsa onun dergâhından geçmektir. Kendinden, öz doğasından uzak olan başka varlığa yakın olabilir mi? Kendi kalbiyle barışık olmayan, yorgun, karamsar ve sıkılmış varlık hayata ne katabilir ki? Sağduyuyu yitirenin sularında hoşnutluk ve sevgi nasıl gezinsin ki? Cesaretimizi toplayalım ki, kalbimiz özsaygısıyla yüzümüze değsin. Kendi kalbi, özü ve tutkusuyla barışık olmayan başkalarını nasıl iyileştirebilir ki?

Erasmus’un dediği gibi: “Kalbimde bulunmayan bir hissin görüntüsü hiçbir zaman alnımda görülmez.”

En büyük zirve, dünyayı anlarken ve onu yorumlarken utanmadan, korkusuzca ve aydınlaşmış olarak onu yaşıyor olmaktır…

 

 

Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Subliminal (Leonard Mlodinov)

Sapienes (Y.N.Harari)

Deliliğe Övgü (Erasmus)

Mirdad’ın Kitabı (Mikhail Naimy)

Aklın Serüveni ve İsyanı (Nietzsche)

Halen En Gerekli Olanı Anlayamadık…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *