İnsan Yontula Yontula “Akıllı” Oluyor…
İçimizde bembeyaz rüzgârlar bulunur; onları olur olmaz zamanda susturdukça, özsaygı ile yüz yüze gelemez ve hiçbir şiir de bize gülmez, böylece sürekli şikâyetçi tavırlara gömülürüz. Sonra saçma ya da ahmakça algılanacağı endişesi ile bilgeliğe çağrı yapan hiçbir cümlemiz bitmez, yerinde sayıklar çalışkan hücrelerimiz, hızla sarsılır rüzgârla konuşan sesimiz. Özü susturunca içimiz kuralsızca heceler, böylelikle yığılmış soğukların afakanı basar zihnimizi. Dosdoğru çizilmemiştir çıkışın yolu, insan yaşadığı sürece tırmanır ve benlik önemsiz ya da anlamsız belirtilerin tırnaklarına maruz kalır. Susturmaya çalıştığımız veya bastırmaya ant içtiğimiz sesin yanlış ses olduğunu kim bize kanıtlayabilir ki?
Elbette insanın “yanılmaz olamayacağı” gün gibi ortadayken, başkalarınca dayatılan “hata yapmazlık” en büyük yenilgi değil mi? Halbuki insan ruhen ve bedenen etkilenendir; doğal iç güdüleri ve sağduyusu zincirlerden kurtuldukça evrenin tüm bağlarını ve en ücra kıyılarını birbiri ile kaynaştırabilir. Hayatın en minik adımlarla ilerlediğini ve belli derecelerde koca sevinçleri ürettiğini inkâr edebilir miyiz?
Hatasızlık dayatıldıkça zamanın başlangıcından beri pek çok iz oluştu, çoğu da ovulup öylece bırakıldı. En gelişmiş çağlarda bile yeni izler açılıp silinir ve de yerini yenilerine bırakır. Düşüncelerimizi eskilerden yalıtarak habersizce ilerleyemiyoruz. Ya yalandan bir tarihi (çoğunlukla böyledir) ya da okyanusun dibindeki veya görünmeyen yüksekliklerin en ucundaki tarihseli arayarak anlam dediğimiz şeye tapıyoruz. Önümüzde duranın, başımızda ve bizle apaçık olanın varlığını savurup tüketiyoruz. Yararlılık ve doğruluk konusu söz konusu olduğunda birilerinin inancının, birilerinin anlayışının ve birilerinin tahakkümünün nasıl devreye girdiğini bile özgürce tartışamıyoruz.
Zamanın başlangıçtan beri evrenin her boylamında derin izler oluştu, çoğu da önemsenmeden öylece bırakıldı. En gelişmiş çağlarda bile yeni izler açılıp silinir ve de yerini yenilerine bırakır. Düşüncelerimizi eskilerden yalıtarak, habersizce ilerleyemiyoruz. Ya yalandan bir tarihi (çoğunlukla böyledir) ya da başımızı çevirip uçsuz bucaksız diplerdeki veya görünmeyen yüksekliklerin en ucundaki tarihseli arayarak anlam dediğimiz şeye varmaya uğraşırız. Çünkü mutlak kesinlik olmadığını bilmemize rağmen “öğretilen doğruları” geçerli tek yörünge bilmekteyiz. Oysa en sağlam düşünce ve inanışların yanlış olma olasılığını kabul etmekle doğrunun uyarıldığını ne çabuk unutuyoruz.
Binlerce yıldır özgürce düşünmeyi engellemek üzerine örgütlenen dünyada tabi ki işimiz hiç kolay değil. Herkes başını pencereye koyarak güneşin gelişini fark edemeyebiliyor işte. Çünkü gelişmeleri üstümüze almamak üzere şekillendiriliyoruz. Hiç beklenmedik anda inceden sızan aydınlatmaları somut bir durum olarak görmeyecek simülasyonla kuşatılmışız. Bunun derin kökleri ve bizi çıkmazda boğan altyapıları vardır. Bu durumu Robert M. Pırsıg' şöyle tanımlar: " Okulların, kiliselerin, hükümetlerin ve her türlü politik örgütün kendi işlevlerini sürdürmek için ve bu işlevlere hizmet eden bireyleri kontrol edebilmek için düşünceleri hakikat dışındaki amaçlara yönlendirmeye çalıştığını biliyoruz." Bu bileşenlere programlanmış aile kurumunu da dâhil ettiğimizde hakikat nedir, buna nasıl sahip olunur, gerçekle nasıl karşılaşırız sorularına yanıt bulma ayıraçlarımız safını yitirmekte.
Öyle ki insan yontula yontula “akıllı” oluyor işte; kısa yoldan ve yakın zamansal dilimde çıkarına hizmet etmeyen kimliğe tapıyor. Artık kendi için değil, sevgiyle hayata bağlanmak için değil, mutluluğu çoğaltmak için değil, eşitliği sağlamak için değil taklidi bir hayata ve de maddiyatçı algılara köle olunuyor.
En zalimane anlarda bile insan daha iyi yol bulma girişimindedir. Bu mihvalde
gerçeği kurcalama çabalarını asla geri çekmemiştir. Elbette savunumuz “en çetin cevizleri kırma kalkışması” olduğundan ümitsizlik de hayal kırıklığı da bazen gelip kapıya dayanır. Ancak ümitsizlik yine de kalıcı değildir. En alçak motivasyon seviyelerinde dahi yolda olmak, çelişkileri sorgulamak ve anlamları irdelemek abluka niteliğindeki zırhı kırma atılımı olarak bilinmelidir. Her yüzyıl, yararlı düşünce tartışmaları ile gidişata katkıda bulunmayı sürdürmüştür. Ve hayat için üretilen bu fikir ve aydınlanmalar güncelleştikçe özgürlükler, pozitif ilerlemeler önemli değerler halini almıştır. Yoksa insan başka türlü nasıl yaşardı ki?
Eski Yunanlılar derdi ki: “Her şeyi hatırlayan dinleyicilerden nefret ediyorum.” Bir şeyler vaat etmeden, gelip geçerken dinleyen kulaklarla ve sadece görüneni gören gözlerle dünya ilerlemiyor. Bir sorunun her çağda birden çok cevabı varken sorulara mesafeli durmak insanlığa bir şey kazandırmıyor. Kendimizden, mevcuttan şüphe etmeden tası tarağı alıp gitmek özgürleştirmiyor.
Bırakalım doğayı hayal kırıklıkları üretsin, hüzünlü duyguları yaşatsın, yine de insan kin ve nefret duymadan sevgisiyle erdemli durabilir. Programlanmış yüksek mevki ve başarı iletine kapılmadan kurtuluş deneyimleri ilerletilebilir.
Bir şey bilmek mi istiyoruz? Buna en iyi yanıtlardan birini Erasmus şöyle verir: “Dünyada her şey o kadar karanlık ve değişkendir ki hiçbir şeyi kesin olarak bilmek mümkün değildir. Bir şeyi bilmek mümkün olsa bile bu, hemen hemen her zaman hayatta mutlu olmak pahasına elde edilir.”
Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:
Deliliğe övgü (Erasmus)
Zen ve Motosiklet Bakım Sanaı(Robert M. Pırsıg)
Düşünme ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine (John S. Mill)