Eğitim Sorunlarının Temellendirilmesi; İnsanın Bu Dünyada Kendini Dönüştürmesi (4): Eğitim sistemi kitlenin ‘ihyasına’ mı yoksa kitlenin ‘imhasına’ mı hizmet ediyor?
“İnsan Tanrının bile değiştiremediği bir ilkel varlıktır”, Nietzsche
Tarihsel akış içinde görülememiştir ki -bırakın cehalet içerisinde kıvrananları gelişmiş olanlar da dahil- hiçbir medeniyet ya da uygarlık varlığını devam ettirme gibi ulvi amaçları doğrultusunda kendi insanının -özellikle bilgili olanlarının- düşüncelerine ipotek koymamış, onlara acıların en acısını, zulümlerin en kötüsünü yaşatmamış olsun. Adına ister firavunluk, krallık, monarşi isterse de başkanlık ya da başka bir şey densin, tüm ideolojiler veya yönetim modelleri insanlarını ve inanç sistemlerini kendi amaçları/çıkarları doğrultusunda esaret altına alarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Lakin tarihte hiçbir hanedanlık/iktidar ne kadar korku salarsa salsın eğitimi ne kadar hükmetmek için bir denetim aracı olarak kullanırsa kullansın varlığını ilelebet devam ettirememiştir. Sanatta, bilimde, mimaride, astronomide, kentleşmede Nirvana’ya ulaşmış medeniyetler de dahil olmak üzere ne eski ne de yeni çağ medeniyetlerinin hiç biri tarihin tozlu sayfalarında yer almaktan kaçamamıştır.
Peki ama sorun nedir? Bu sorunun tek bir cevabı olmasa kişiden kişiye değişse de cevabın içinde genelleştirilebilecek en ciddi parametrelerden birisi şudur: İnsanın kendi içerisinde, kendi aklını kullanarak içindeki ilkel dürtülerden kurtulup evcilleşememesi, diyebiliriz.
Nasıl bir bal arısı veya bir kuş kanadını çırpmadan, bir balık yüzgecini ve kuyruğunu kullanmadan, bir deve hörgücünde depoladığı enerji ve su olmadan yaşamını devam ettiremezse, insan da aklını kullanmadan, düşünmeden, sorgulamadan, bilgi sahibi olmadan, araştırmadan, çabalamadan yaşayamaz.
Yaşamak ve yaşamın güzelliklerinden faydalanmak bir sanattır. Lakin bu sanatı icra edebilmek için yaşama dair bilgi ve beceriye sahip olmak gerekir. Aksi taktirde bize bahşedilen akıl ve yaşam ziyan edilir. Ziyan edilmemesi için ihtiyaç duyulan bilgi ve beceri siyasetin şekillendirdiği kültür ve eğitimin kodlarında gizli olsa da birey kendisine bahşedilen en büyük nimet olan akılla adeta bir heykeltıraş, bir ressam gibi kendisini özgürce baştan yaratabilir. Bu şekilde kontrolü ele almak ise aslında bir başkaldırıdır. Kendisine biçilen hal elbisesinin (eğitim modelinin) reddiyesidir. Mesele şudur: Birey kendisini doğuşundan itibaren dizayn etmeye çalışıp yok eden/köleleştiren sisteme karşı gelebilecek bir bilince yeterince sahip mi? Birey günü kurtarmak için kendi üzerine ilmik ilmik işlenen ‘rakiplerle/düşmanlarla mücadele etmek için onları yok etmelisin’ düsturundaki yokoluşçuluğa değil varoluşçuluğa hazır mı?
Birey kendisini eğitimli bireyler yapmak için yola çıkan tüm eğitim modellerinin -ya da düşüncelerin- aslında onu kullanışlı bir eleman/pasif bir nesne haline getirmeyi amaçladığını çok geç olmadan görmek durumundadır.
Nietzsche’nin dediğini lütfen aklımızın bir köşesine kazıyalım: “Şimdiye kadar insanları ahlaklı yapmak için kullanılan tüm yollar "ahlaksızlıktan" geçti. Ben bunu bu büyük insandan af dileyerek şöyle güncellemek istiyorum: Şimdiye kadar insanları eğitimli, bilgili, erdemli yapmak için geliştirilen tüm projeler/modeller kaynağını ihtirasa dayalı güç istencinden, kötülüklerden -kinden, öfkeden, yalandan, entrikalardan, sevgisizlikten- beka kaygısı denilen menfaate dayalı makam, unvan ve elbette ki iktidar gücünü kaybetme korkusundan almıştır. Güç sahibi olan ya da gücü ele geçirmek isteyenlerin gözünde insanın bir sinek, bir hamamböceği kadar değeri yoktur.
Dünyevi kandırmacaya dayalı planlar haricinde bir de metafizik eksendeki mekanlarda ihya edileceğine inandırılan insanların ıstırapları vardır. Üstadımız Nietzsche ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ isimli yapıtında bunu ne güzel bir şekilde özetlemiş: “Yalvarıyorum kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve size doğaüstü umutlardan söz edenlere inanmayın! Zehir saçar onlar, farkında olsalar da olmasalar da.”
Bu anlayışla işleyen sistemler zehirleyerek de olsa kitlelerin imha edilmesinden asla imtina etmezler.
Eğitimin ihya boyutu ise -anlaşıldığı üzere- kişide bitmektedir. Sadece birey kendisini değiştirme/dönüştürme gücüne sahiptir. Yerli ve/veya yabancı sermaye sahipleri içinde bulundukları sistemlerin aristokrat veya egemen sınıfı olarak; siyaseti, eğitim ve inanç sistemleri ile propaganda araçlarını en etkin şekilde kullanarak toplumu aman vermeden istedikleri gibi şekillendirme gayesini güderler. Bu durumda bireye düşen bu kısır döngüye ve umutsuzluğa yenik düşmeden bireysel aydınlanma yolu ile çevresine ışık saçmayı amaçlamak olmalıdır. “İnsan Tanrının bile değiştiremediği bir ilkel varlıktır”, der Nietzsche. Kendilerinden ziyade sistemi veya başkalarını değiştirebileceklerine inananlara naçizane stoacıların duasını okumalarını öneririm: “Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırabilmek için akıl nasip et.”
Nasıl ki herhangi bir ideolojik yaklaşım ya da inanç sistemi kişiyi sözde erdemli ya da ahlaklı yapacağı vaadiyle evrendeki en kötü yaratığın bile aklına gelmeyeceği şekilde ahlaksızca eylemlerine muhatap edebiliyorsa birey ancak öğretilerle eylemler arasındaki çelişkileri, paradoksları, ikilemleri veya tutarsızlıkları sorgulamaya başladığında oyunu görür ve işte o zaman aydınlanmaya başlar.
Birey içinde bulunduğu yığınların birer kopyası olmak yerine ancak kendi kararı, kendi becerisi, kendi bilgisi ile -adeta Gian Lorenzo Bernini misali- taşa, kayaya, granite şekil veren olağanüstü bir sanatçı ve sanatın en önemli objesi olarak kendisini tüm koşullardan bağımsız bir şekilde yetiştirecek bilince ulaştırabilir. Biz buna ‘kendi ham taşını yontmak’ diyoruz. Bu sözü ister Zeus isterse de bilmem hangi ezoterik yapı kullanıyor olursa olsun bizim şu anki çıkış noktamız filozofların filozofu Nietzsche’dir.
Bu büyük ve emsalsiz üstat “Böyle Buyurdu Zerdüşt”de der ki: "İnsan eksik, tamamlanmamış bir varlıktır. Açıktır her şeye. Gerisin geride gidebilir, sağa sola da sapabilir; yukarılara da yükselebilir." İşte bu eksikliği tamamlayabilmek için insan kendisini sadece okuldaki entelektüel bilgi (education) ile değil ayrıca; iradesini, kalbini, vicdanını, dürüstlüğünü, görgüsünü, anlayışını ve evrensel mantığını (logos) da adeta nakış işler gibi geliştirip olgunlaşmalıdır, buna da İngilizce’de ‘cultivation’ denir.
Not: Education (Zihinsel Eğitim) ile Cultivation (Kişilik Eğitimi) arasındaki fark bir başka yazı konusudur.
İnsan kendisindeki eksikliği tamamlamak için kendi doğrusunu bulmak zorundadır.
İhya eden eğitim bize içinde bulunduğumuz yaşamın önemini, neşesini, mutluluğunu ve coşkusunu verecek bir tasarım sunmalıdır. Huzurlu, insan onuruna yakışır, adaletin hüküm sürdüğü bir yaşamı insanlar için bu dünyaya değil, öldükten sonraya ötelemek büyük bir kandırmaca, aldatmaca, ikiyüzlülük ve çifte standardın en dik alasıdır. Büyük filozof Nietzsche “Putların Alaca Karanlığı” kitabında bizleri provoke etmek için öne sürdüğü üçüncü önerme de bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır: “öteki” dünyadan bahsetmek, içimizdeki yaşamın karartılması, küçültülmesi, şüpheyle doldurulması yani yaşadığımız somut dünyanın değersizleştirilmesi anlamına gelir demiştir. Yaşamdan daha iyi bir yaşamın olduğu yer ‘fantazmagorya’ alanı yani imgelerin yansıtılmasıyla ortaya çıkan bir görünümler dünyası yani kurgusal alandır.
Lütfen mağara alegorisi yazıma tekrardan bir bakın. Aynı şekilde, Avusturyalı Ludwig Wittgenstein’ın -sineklerin kendi kararları ile bir kez girip bir daha çıkamadığı kumpasa dayalı hazırlanmış kavanoz metaforunda olduğu gibi- buna kanan insanlar kaderine razı olarak adeta açık hava sürgün merkezinde ömrünü tamamlamayı bekleyen tutsaklardan farksız şekilde ölene dek kalırlar.- İyi bir rehbere (öğreten demedim!) düşen görev o sineğe içine düşürüldüğü labirentten nasıl çıkacağını öğretmek olmalı. Çünkü insanlar da aynı şekilde hayatları boyunca tuzakçılar, kumpasçılar ve kişilik yoksunlarıyla mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bize verilen bilgi kırıntıları ile sadece perdedeki görüntülere bakabilen insan asla perdenin arkasındaki asıl kuklacıları, senaristleri, yapımcıları aslında gerçekleri gör/e/meyecektir. (ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyen de diyebiliriz.) Devam edecek.