ÜLKEDE YAŞANAN SADECE DERİN YOKSULLUK DEĞİL

YAYINLAMA: 03 Ekim 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 02 Ekim 2024 / 12.04

Bundan 22 yıl öncesine kadar huzurla yaşadığımız cennet ülkemizde, bugün sadece derin yoksulluk yok. Derin huzursuzluk, derin adaletsizlik, derin eğitimsizlik, derin beceriksizlik, derin hezeyan, derin görgüsüzlük, derin cahillik, derin ahlak yoksunluğu var. Bireyler arasında derin uçurum bile giderek büyüyor. Ne yazık ki devlet kurumları doğru çalışmıyor. Adaletsizlik sadece mahkemelerde değil, vergi toplamada, eğitime ulaşımda, vatandaşlık hizmetlerine erişimde, sağlığa ulaşımda adaleti göremez olduk. Toplumsal düzeyden bireysel düzeye kadar her yerde kabiliyetsizlik kol kanat geziyor. Devlet; bu memleketin çocuklarına vermesi gereken eğitimi, kim olduğunu bilmediğimiz karanlık tarikatlara bırakırken, onları hijyenden uzak okullarda hastalığa teslim ediyor. Pislik içindeki tuvaletler çocuklarımızın sağlığını tehdit ediyor. Kültürel gelişme, demokratik kalkınma, ekonomik gelişme büyük tehdit altında ve gün geçtikçe eksilenlerin başında geliyor. Şehir eşkıyaları artık sokaklarda Teksas filmlerindeki gibi, rahatça cirit atıyor.  Eline silah almayı marifet sanan cahil grup, ne düğün sevincine ortak olmayı biliyor ne de ölüm acısına. Çakarlı araçlarla trafikte yol kapmak, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” görgüsüzlüğü her dakika daha da artarak insanları çileden çıkarıyor.

Küçücük bir köyde, bir avuç insan, devletin makamlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Minicik bir kız çocuğunu hunharca boğup, dişlerini sökecek kadar vahşi bir cinayeti başta bölge milletvekili olmak üzere yetkililer telaffuz etmeye korkuyor. Bazı adli makamların suçlulardan çekindiği ucube bir düzende yaşıyoruz.

Eğitim, sağlık, adalet çöktü. Bu kadar beceriksizlik tesadüf olamaz, bir şeyler de iyi gitmeli diye düşündüğümüz zaman, bunun planlı bir yıkım olabileceği fikri bizi kıskıvrak ele geçiriyor, daha da çok ürküyoruz.

Eğitimden sorumlu bakanlar, eğitilmiş insan sevmediklerini açık açık ilan ediliyorlar, hiç utanmadan, sıkılmadan…

Köy okullarında planlı kökten dinci yapılanma sinsi oyunlarla uygulanmaya devam ediliyor.  Taşımalı eğitim kaldırıldı, camisi olmayan köyde ne işe yarayacağı belli olmayan birkaç müezzin var, ama birkaç çocuğun olduğu köy okulu kapatıldı. En kutsalımız olan din hizmetleri de ticarileşti. Kurumun başındaki insanların itibari, saygınlığı tamamen yok oldu.

Okullarda bırakın eğitim malzemesini, temizlik malzemesi bile yok ama imam hatiplere oluk oluk para aktarılıyor.

Bazı il valileri kısık sesle “Sıkıntıları biliyoruz ama ne yapalım, elimizden bir şey gelmiyor” diyecek kadar zavallı durumdalar.

Çok yıllar öncesine gitmeye gerek yok, çeyrek yıl önce insanların rüşvete bulaştıkları söylendiğinde, o insanların toplum içine çıkacak yüzleri kalmazdı. O dönem valileri, bakanları fotoğraf çektirirken bile, etraflarındaki insanları bir kere kontrol eder, fotoğraf karesine, yanlışlıkla olumsuz bir isim girmesin diye dikkat ederlerdi.

Şimdi yer altı dünyasının ortağı olan valilerin, bakanların maceraları anlatılıyor. Mafyanın önemli isimleri artık çektikleri programlarla halkı uyarmaya çalışıyor. Sistem tersine dönüyor.

Ülkemde, ABD’deki gibi, “Dürüstlük komisyonu” isimli komisyonlara hiç ihtiyaç yoktu, halk zaten çok onurlu ve dürüsttü. Şimdi sokaktaki çocuk bile böyle bir komisyonun doğru iş yapmayacağını biliyor.

Devletin en yetkili makamından “Yolsuzluk dendiğinde “Devletin kasası soyuluyor mu?” diye bakarım, kasa soyulmuyorsa ben ona yolsuzluk demem” açıklamasını duyduk, şaşırdık.  Soygun, rüşvet gibi yüz kızartıcı suçları, hükümetin bakanı “Günah işleme özgürlüğüne müdahale edemezsiniz” diye savundu. Bu utanç verici davranış biçimi ne yazık ki en tepeden en alta kadar roket hızıyla yerleşti. İnanılmaz bir arsızlık, yasa tanımazlık dört yanımızı kanser gibi sardı. Çürüyoruz.

Öyle bir kör karanlıktayız ki Ortaçağ karanlığına öykünüyoruz. O dönemde bile bazıları ilerleyen aydınlığın peşindeydi. Biz tamamen havlu atmak üzereyiz. Evrensel değerler giderek uzaklaşıyor, yetişemiyoruz. Diğer ülkeler dört nala uygarlığın konforuna koşarken, biz toz bulutunun içinde onların arkasından baka kalacağız diye korkuyorum.

Muhteşem lider, ulu önder Atatürk’ün şahane bir ahlak tanımı var:

"Bir işin ahlâki bir kıymeti olması, ayrı ayrı insanlardan daha ulvî bir membadan sâdır olmasıdır. O memba cemiyettir; millettir. Filhakika, ahlâkıyet, hususî fertlerden ayrı ve bunların fevkinde, ancak içtimaî, millî olabilir. Milletin içtimaî nizam ve sükûnu hal ve istikbalde refahı, saadeti, selâmeti ve masuniyeti, medeniyette terakki ve tealisi için insanlardan, her hususta alâka, gayret, nefsin feragatini icap ettiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden millî ahlâktır. Mükemmel bir millette millî ahlâkiyet icapları, o millet efradı tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdanî, hissî bir saikle yapılır. En büyük millî his, millî heyecan işte budur” diyor.
Özetle Atatürk; ahlâkın bireysel düzeyde değil, toplumsal ve millî bir kaynakta temellendiğini savunuyor. Ahlâkî değerlerin bireylerden bağımsız olarak daha yüce bir kaynağa, yani topluma ve millete dayandığını ifade ediyor.  “Ahlâk, bireylerin kişisel tercih ve çıkarlarının ötesine geçen, toplumun refahı ve güvenliği için fedakârlığı içeren bir kavramdır. Bir toplumun huzuru, gelecekteki refahı ve güvenliği için bireylerin gerektiğinde kişisel çıkarlarından feragat etmesi gerekir. Bu feragat, millî ahlâkın bir gereğidir ve ideal bir toplumda bireyler, bu gereklilikleri sorgulamadan, vicdanî ve duygusal bir gereksinimle yerine getirirler. Bu durum, milletin en büyük ortak duygusu ve heyecanı olarak tanımlanır.” diyor.

Her zamanki gibi, doğru yol için Atatürk’ümüzün gösterdiği hedefe kilitlenmeliyiz. Bu ortak duygu ve heyecanı özledik, onu ayağa kaldırıp yeniden yaşama geçirmek bizim en büyük görevimiz olmalı. 

 

ÜLKEDE YAŞANAN SADECE DERİN YOKSULLUK DEĞİL
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *