HAYATIN PENCERESİ
Ankara Radyosunda çalışmadan evvel de Türk sanat musikisini çok severdim. Üniversite yıllarımda evde çalışırken yanımda radyo, hep açık dururdu. Son on beş yıldır koro çalışmalarına gidiyorum. Aslında her bir şarkının güftesi içinde bir hikayenin yattığına inandığım için 5 sene uzun araştırmalar yaptım. Hikayelerin kaynağını araştırıp ‘Nağmelerin Öyküleri’ adlı bir kitap yayınladım. Bu kitap yayınlandıktan sonra, bilinen bazı güfte hikayelerinin de eksik olduğunu söylediler. Onları da derleyip mevcuda katarak yeni bir kitap olan ‘Şarkılardan Fal Tuttum’ adlı bir kitabı hazırlayıp, yayınladım. Bu nedenle beni bazı Türk Sanat Müziği korolarına davet ettiler. Ben de bu korolara giderek katıldım. Koroyu yöneten koro şefi üstatlara herkes ‘Hocam’ diye hitap ederler. Sazendeler ve hanendelerle bir bütün olan bu koroları, koro Şefi, ahenk içinde icraat yapmalarını sağlar. Her şarkının mutlaka bir hikayesi vardır demiştim, bir olay, bir hüzün, hatta bir sevinci dile getiren bu sözlerin, melodi ile söylenmesinden doğan bu musiki, kimi zaman tek başına terennüm edilir, kimi zaman iki solist veya koro tarafından icra edilir. Koro halinde kalabalık sayıda hanendelerin bir araya gelip söylemelerinde büyük keyif vardır. Böyle konserleri ben kaçırmamaya gayret ederim.
Üniversitede okurken, bir imtihanla, Ankara radyosuna girmiş, birkaç sene orada çalışmıştım. Bu dönemde çok değerli ses sanatçıları ve saz sanatçıları ile tanışma fırsatı buldum. Mesela hocalarımızdan biri Ruşen Kam idi. Türk Sanat Müziğinde bilmediğimiz birçok hususu ondan öğrendik. Türkülerimiz konusunda da çok değerli Türkü sanatçısı Nevin Akol hocadan, türkü ve ezgiler konusunda ders aldık. Komşumuz olan Nevin Akol, Metin Akol’un ablası idi. Mahallede bana küçük Metin derlerdi, Metin Akol’a ise Büyük Metin derlerdi.
Çocukken evimizde AGA radyomuz vardı. O tarihte radyonun düğmesini açıp, lambalarının ısınma süresini beklerdik, bir süre geçtikten sonra yükselen sesle tatlı nameleri dinlerdik. Şarkı ve Türkülerin ne anlama geldiğine, o tarihte, dikkat etmezdik.
Daha sonraları bu ezgilerin hikayeleri de benim dikkatimi çekmişti. Yarım asırdan fazla bir zaman evvel Muzaffer Sarısözen kasaba, köy demeden bütün Türkiye’yi dolaşarak, ezgileri toplayıp notaya dökmesini hayranlıkla dinlemiştim. Bugün Sarısözen’i rahmetle anmaktayız.
Şarkılarında kaynaklandığı konuların özüne inmemizin doğru olduğunu düşünmekteyim. Şarkılarında, toplumun bir kesitinin aynası olarak bazen yaşanmış, bazen de hayal mahsulü olup, nağmelerde dinleyenlere bir duyguyu anlattığı muhakkak. Bazı ezgileri anlamak oldukça güçtür. Hani türküde denir ya; ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü?’ Burada mandanın söğüdün dalına yuva yapmasının tarifi, hatta yavrusunu sinek kapmış olmasının anlamı, yöresel bir deyimi anlatır. Yerlere kadar dökülen söğüt dalının üzerine yayılan mandayı tarif eder bu sözler. Yavrusunu sinek kapması deyimi ise, aslında ufak fakat ısırığı yakan bir sineğin manda yavrusunu ısırdığını anlatmaktadır. Bu türküleri ilk dinlediğimde ‘ne kadar yanlış cümleler’ diye düşünmüştüm. Ancak bu ezgileri şimdi ise daha dikkatli dinlemekteyim.
Yakın tarihimizde ülkemizde öylesine siyasi oyunlar oynanmakta ki, şarkılara türkülere hatta operalara konu olabilecek derecede oyun içinde oyun sergilendiği görülmektedir. Normal insanın çıplak gözle izleyebilecek kadar apaçık oyunlar icra edilmekte, Türkiye’mizde. Hani ekranlarda sunucuların ‘aklımla alay etmeyin’ denecek kadar aleni siyasi oyunlar oynanmakta.
Çok sevdiğim bir dostumla geçtiğimiz hafta konuşurken, mahkemelerin birçok davalarda verdikleri kararları, TUİK adlı kurumun Türkiye’deki enflasyon değerleri için verdiği değerlere benzettiğini söylemişti. Dünyada DEMOKRASİ’lerde hür insanlar fikirlerini serbest olarak dile getirmekte tereddüt etmezler. Ancak FAŞİST idarelerde düşüncelerin, her zaman bir zincirle, ülkeyi yönetenlere bağlı olduklarını bilmekteyiz. Örnek bir-iki olay: 9 genç Türkiye’nin İsrail’le ticarete devam ettiğini, hatta gönderilen malların Gazze ye değil Hayfa ya indiğini büyük bir cesaretle, bir toplantıda, CUMHUR’un yüzüne bağırmaları sonucunda tutuklanmalarını üzülerek seyrettik.
Hatta başka bir olayda, hayatını insan hayatına vakfeden, onlarca insanları depremlerde kurtaran Nasuh Mahruki , seçim dürüstlüğü konusunda Avrupa’da yapılan bir ankette, Avrupa Ülkeleri arasında sondan ikinci sırada yer almakta olduğumuzu söylediği için, ifadesi alınarak tutuklanmasını Demokrasi ile nasıl ifade edersiniz?
Türkiye’de gün geçtikçe halkın silahlandığını, işlenen cinayetlerle anlayabiliyoruz. Halkın elindeki silah, sıradan bir aksesuar gibi görülmekte. Kafası kızan, silahına sarılmakta. Tıpkı 1800 lü senelerde Amerika’da TEXAS’ ta olduğu gibi, halk elindeki silahı kullanarak, kızdığı kişiye kestiği cezayı kendisi infaz etmekte. Uyuşturucu baronlarının mesken tuttukları İstanbul şehri, vahşi batıda olduğu gibi kanunsuz yaşamın sürdüğü, hukukun çalışmadığı güzel şehir. Aklıma bir Rumeli türküsü gelir böyle durumlarda. Mustafa Kemal Atatürk’ün de çok sevdiği bir türkü vardır, ancak bunun hikayesini çok aradım fakat bulamadım: “Pencere Açıldı Bilal Oğlan, Piştov Patladı, Varın Bakın Kanlıda Bilal Yine Kimi Hakladı. ‘’Bu türküdeki Bilal oğlanın, 5 Tepedeki Bilal oğlanla alakası olmadığı aşikar. O Bilal, Vakıf adı altında başka piştovlar patlatmakla meşgul olduğu söylenir.
Hepsi bir kurgunun ötesinde olduğu aşikar. Ülkemizi parçalamak için hesaplar yapan ülkelerin var olduğu aşikardır. Aksini söyleyenler Aklımla alay etmeye çalışmaktalar.
Ülkemde ise ortaklığa soyunmuş bir tüy sıklet pehlivan, baş pehlivandan icazet almadan hodri meydan deyip peşrev çekmesi, abesle iştigal olduğu muhakkak. Baş Pehlivanın onayı olmadan küçük pehlivanın konuşması, arenada danışıklı döğüşün kuralına aykırıdır. Ekranlarda küçük ortak ne zaman görünse ve söz söylese, ülke gündemini değiştirmeye çalışmakta olduğunu görüyoruz. Sakın aklımla alay etmeye çalışmayın, halk bu adama bir dönem daha tahammül edemez.
Devlet bir gün sabah beş tepeden pencereyi açarak, seçim haberini patlatmayacağını kimse garanti edemez, hatta bunun hangi hesapların sonunda çıkacağını bile düşünmek doğru değildir. Yeter ki ortaya konulsun, mutlaka siyasi kurumların sine-i millete gitmede çekindikleri başka anket hesapları olduğu mutlak ve ayandır diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.