TÜRKİYE'DE CEZAEVLERİNDE İNSAN HAKLARI İÇİN MÜCADELE GÜNÜ
Bugün 19 Aralık. Türkiye'de “Cezaevlerinde İnsan Hakları için Mücadele Günü” olarak anılan bugün, 2000 yılında Türkiye'de cezaevlerinde yaşanan ve çok sayıda can kaybına neden olan 19 Aralık Cezaevi Katliamı anısına, cezaevlerinde yaşayan mahkumların insan hakları ihlalleri karşısında duyarlılığın arttırılması amacıyla kabul edilmiş. Türkiye’de, 24 yılda geldiğimiz bu günlerde sadece cezaevlerinde değil, tüm yurt genelinde insan hakları için mücadele etmemiz gerekiyor.
2000 yılında Türkiye'deki cezaevlerinde, çok kötü koşullarda yaşayan hükümlü ve tutuklular, daha iyi koşullarda yaşamak için "ölüm orucu" eylemine başladılar. Ancak, bu eylem, devletin güvenlik güçlerinin müdahalesiyle çok kanlı bir şekilde son buldu. 19 Aralık'ta, güvenlik güçlerinin cezaevlerine düzenlediği operasyonlar sonucunda, 28 tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti, onlarca kişi ise yaralandı. Bu olay, "Cezaevi Katliamı" olarak anılmaya başlandı.
Bu sebeple, her yıl ,19 Aralık’ta farkındalık yaratılarak, Türkiye'deki cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin temel insan haklarının ihlal edilmemesi gerektiğinin altı çizilir. Cezaevlerinde sağlıklı yaşam koşullarının yaratılması, işkence ve kötü muameleye karşı mücadele edilmesi, adil yargılanma haklarının güvence altına alınması, cezaevlerinin sadece ceza çekenlerin toplumdan uzaklaştırıldığı yerler değil, rehabilitasyon ve topluma yeniden kazandırılma amacı taşıyan kurumlar olması gerektiği vurgulanır.
Bu gün, aynı zamanda cezaevlerinde özgürlükleri ellerinden alınan bireylerin, ifade özgürlüğü, sağlık hizmetlerine erişim, eğitim hakkı gibi temel hakları ihlal edilmeksizin yaşamalarının gerektiğini hatırlatır. Bu bağlamda, cezaevlerinde insan hakları ihlalleri, Türkiye'deki insan hakları savunucuları ve uluslararası kuruluşlar tarafından sürekli olarak izlenir ve raporlanır.
Türkiye'deki cezaevlerinin hem kapasite hem de yaşam koşulları açısından çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldığını biliyoruz. Cezaevlerinin durumu, son yıllarda artan tutuklu ve hükümlü sayısı, aşırı kalabalıklaşma, insan hakları ihlalleri ve kötü yaşam koşulları gibi önemli konularla sık sık gündeme geliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) raporlarına göre, Türkiye'deki cezaevleri, özellikle terör suçları, uyuşturucu suçları ve siyasal suçlardan dolayı aşırı kalabalık durumda ve bu kalabalık, mahkumların sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamalarını engelliyor.
2024 itibarıyla Türkiye'de yaklaşık 330.000 tutuklu ve hükümlü var. Bu sayı, cezaevlerinin kapasitesinin çok üzerinde ve birçok cezaevi kapasitesinin neredeyse iki katı mahkumu barındırıyor. Sağlık hizmetlerine erişim; cezaevlerindeki kalabalık ve personel yetersizliği nedeniyle çok sınırlı. Mahkumlar, düzenli tıbbi muayene ve tedavi hizmetlerinden yeterince faydalanamıyor. Bazı cezaevlerinde tıbbi tedaviye erişim, ölümcül hastalıklar yaşayan mahkumlar için dahi yetersiz kalıyor. Bu durum, özellikle ciddi sağlık sorunları yaşayan tutuklular için büyük bir sorun elbette.
Türkiye'deki cezaevlerinde, mahkumların temel insan haklarının ihlal edildiğine dair pek çok rapor var. Özellikle son yıllarda, cezaevlerinde tutuklulara yönelik fiziksel ve psikolojik işkence, kötü muamele ve ayrımcılık gibi durumlar sıkça gündeme geliyor. Birçok cezaevinde, mahkumların avukatlarıyla görüşme, aileleriyle telefonla iletişim kurma ve ziyaret etme hakları kısıtlanıyor. Ayrıca, siyasi görüşleri nedeniyle cezaevinde bulunan kişilerin, özel olarak hedef alındığına dair çeşitli iddialar da artık herkesin bildiklerinden.
Cezaevlerinde rehabilitasyon ve eğitim imkanları da sınırlı. Birçok cezaevinde mahkumlara mesleki eğitim ve psikolojik destek verilmiyor, bu da onların topluma yeniden kazandırılmalarını engelliyor. Eğitim hakkı, özellikle genç mahkumlar için sınırlı ve cezaevlerinde sağlıklı bir eğitim ortamı oluşturulması için yeterli kaynak ve alt yapı da yok.
Cezaevleri bu durumdayken, bazı açılardan tam bir zıtlık sayılacak bir gelişmeyle, Türkiye’de yükselen inanç da artık “cezasızlık algısı”. Bu algı, suç işleyenlerin, özellikle de yüksek profilli ve güçlü konumlarda bulunan kişilerin, cezalandırılmaması veya cezalarının hafifletilmesi şeklinde ifade edilebilir. Adalet sisteminin zayıf olduğu, hukukun genellikle güçlüden yana işlediği ve sorumluların cezasız kalmasına olanak tanındığına dair duygu ve düşünceler, toplumsal huzursuzluğu ve adalet arayışını derinleştiren önemli bir sorun haline geliyor.
Toplum vicdanında açık açık kabul edilen suçlarla ilgili olarak, güçlü siyasi figürlerin, işadamlarının veya kamu görevlilerinin, özellikle yolsuzluk, rüşvet ve adam kayırma gibi suçlardan dolayı cezalandırılmamaları, cezasızlık algısını pekiştiriyor. Bu tür suçlarda, delillerin yetersizliği, dava sürecinin uzaması veya davaların zaman içinde düşmesi gibi durumlar, halk arasında hukukun "güçlüden yana" işlediği hissiyatını doğuruyor.
Türkiye’de son yıllarda yargının bağımsızlığından endişe ediyoruz. Özellikle, hükümetin yargıya müdahale ettiği ve yüksek yargı organlarını siyasi baskılarla yönlendirdiği iddiaları ayyuka çıktı. Bu durum, halkın gözünde hukukun herkese eşit şekilde uygulanmadığı düşüncesine yol açıyor. Zayıf bir yargı bağımsızlığı, özellikle üst düzey suçlular için adaletin işlememesi anlamına geliyor. Birçok yüksek profilli dava, yargı sürecinin yavaş işlemesi, delillerin göz ardı edilmesi, ya da dava açılmadan zaman aşımına uğraması nedeniyle sonuçsuz kalıyor. Türkiye’de bazı büyük yolsuzluk davaları gibi davaların yıllarca sürmesi, cezasızlık algısını besleyen önemli bir gerekçe.
Cezasızlık algısı, toplumsal huzursuzluğa yol açıyor. Hukukun adaletli bir şekilde işlememesi, toplumun adalete olan güvenini zedeliyor ve insanların haklarını savunma konusunda daha agresif hale gelmelerine neden oluyor. Toplumda adaletin sadece güçlülere hizmet eden bir mekanizma olduğu düşüncesi yaygınlaştığından, kendi adaletini sağlama peşinde koşan silahlı insanların yarattıkları vahşet haberlerini artık kanıksadık. Adaletin sağlanmaması, bazı suçluların ceza almadan suç işleme isteğini artırıyor. Suçlular, cezasızlık ortamında suç işlemenin daha kolay ve risksiz olduğunu düşünüyor. Bu da suç oranlarının artmasına yol açıyor. Bakanların karıştıkları söylenen organize suçlar, yolsuzluklar ve bu duyumlara karşı eyleme geçmeyen otorite, ülkedeki adalet algısını çok olumsuz etkiliyor. Hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı ilkesinin bir an önce sisteme tekrar sokulması gerekiyor.
Türkiye'de anayasal haklara erişmede bile zorluk yaşanırken, “Cezaevlerinde İnsan Hakları için Mücadele Günü” nü konuşmak bazılarına lüks gelebilir. Türkiye; Anayasası ve imzaladığı uluslararası sözleşmelerle insan haklarını güvence altına almayı taahhüt etse de pratikte son yıllarda özellikle bazı temel haklar ve özgürlükler noktasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Özellikle ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, medya özgürlüğü, adil yargılama hakkı ve siyasi haklar gibi alanlarda iktidarın anayasaya aykırı tutumu daha da net belirginleşiyor.
Günümüzde hükümetin politikalarını eleştiren herkes, "terör örgütü propagandası yapmak", "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" gibi suçlamalarla hapis cezalarına çarptırılabilecek potansiyel suçlu konumunda. Medyanın bağımsız olamayışı, haber alma özgürlüğünü engelliyor.
Her çağdaş ülkede en temel hak olan barışçıl gösterilere ve toplantılara yönelik polis müdahaleleri akıl almaz boyutta. Keyfi gözaltılar, artık bazı iktidar mensubu milletvekilleri tarafından bile kınanıyor. Anlamsız sebeplerle gözaltına alınan kişilerin uzun süre tutuklu kalması, mahkemeye çıkarılmadan uzun süre bekletilmeleri, bu alandaki sorunları pekiştiriyor.
Kadın hakları, etnik ve dini azınlık hakları gibi konularda da önemli sorunlar yaşıyoruz ve uluslararası insan hakları örgütleri, Türkiye’yi sıkça eleştiriyorlar.
Bu ülke bizim, devlet biziz. Görevimiz her şeye rağmen, yanlışlara dur diyerek, elimizden geleni yapmaktan korkmamak olmalı. Ulu önder, muhteşem dahi Atatürk’ün de dediği gibi: Bir milleti ulus yapan, özgürlük ve bağımsızlık için gösterdiği azim ve kararlılıktır.