Pandora'nın Pithosu: Kategorik Düşünceden Simgesel Düşünceye Yolculuk (Part 1)
Her ne kadar kategorik bir yaklaşım olsa da bu yazı serisine büyük bir iddia ve yargıyla başlamak istiyorum. İnsan, paradoksların en büyüğüdür.
İnsana dair paradoksların bazılarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz…
İnsan;
Riyakârlığın, ahlaksızlığın, saygısızlığın, kıskançlığın, hasetliğin, sevgisizliğin, sadakatsizliğin, seviyesizliğin, kabalığın, kuralsızlığın, yalancılığın, çıkarcılığın, egoistliğin ve nefretin zararları hakkında fetvalar verirken bunların tamamının bizatihi kendisi tarafından yapılmasında bir sakınca görmeyen enteresan bir organizmadır;
Kendisini de başkalarını tanımadan yargılayan, başkalarının yanlışlarını, hatalarını günahlarını en ince ayrıntısına kadar inceleme ve teşhir etme merakıyla yanıp tutuşurken kendi zihnindeki ve ruhundaki karanlık ve çirkinliğin farkında olmayandır;
Özellikle rakip gördüğü kişiler hakkında her şeyi bilmek isterken asıl önceliğin kendisini bilmesi gerektiğini es geçendir;
Her şeye sahip olmak ister ama önceliğin kendi ID’sine (aşağıda açıklayacağım) yani hayvani yanına sahip çıkarak onu kontrol altına alması gerektiğini bilmeyendir;
Kısa yoldan köşeyi dönecek yolu arar ama en birincil önceliğin hayatın amacını anlamak ve kendisini bulma arayışı olduğunu bilmeyendir;
Bir yandan “en yakın dostum” der öte yandan menfaati için her türlü katakulli ve kumpasla değil dostunu babasını bile satmakta bir an bile tereddüt etmeyendir;
Bir başka paradoksu ise önce ortalığı kaotik duruma getirip ardından da bu duruma sebep olan kendisi değilmişçesine “masum” pozlarıyla karşımıza çıkmaktan zerre utanma duygusu taşımıyor olmayandır;
Aç kalmamak için aç bırakan, ölmemek için öldüren, özgür olmak için özgürlükleri gasp eden, köle olmamak için köle, uşak olmamak için uşak edinen ve tüm bu yaptıklarını müthiş zeka ürünü olan sözlerle meşrulaştırarak kendisini yücelten bir varlıktır;
Şefkat, merhamet, ahlak gibi kavramları dilinden eksik etmezken gönlünde ve zihninde nefret, kötülük ve hasetliği beslemekten geri durmayandır.
Bununla birlikte;
Kimisi yardım eder ama karşılığında bir tefeci misali katbekat fazlasıyla mükâfat bekler; kimisi cennet vaat ederken fiziksel, zihinsel ve ruhsal dünyaları yok etmekten geri durmaz... Kimisi sevgi gösterisi ile baş döndürürken kurbanını doğduğuna pişman eder; kimisi insanların elinden tutar görünür ama ömür boyu onların kendisine itaat etmesini ister,
Kimisi pisliğin içerisinde kirli elleri ve çirkefleşmiş tiniyle arınmaya çalışırken kanalizasyonda çamurda debelenip durduğunun farkına varmadan yaşar,
Her yere seyahat etmek ister ama önceliğin seyri süluk olduğunu yani kendi iç dünyasında yolculuğa çıkıp varlık sebebini anlamak olduğu düşüncesine uzak durur,
Kimisi ise ‘khepri’ yi (bok böceği) bilmeden her şeyi bilen shitology uzmanı olarak asıl önceliğin kendisini bilmesi gerektiğini düşünemez,
İnsan doğası yaratıldığı ilk günden beri işte bu paradoksların, tezatlıkların bir araya gelmesinin getirdiği bitmek bilmeyen bir kaos içerisinde...
İnsan ontosunun gizemli laneti ve umudu
Peki insan neden paradokslar yumağıdır ya da direkt olarak sormak gerekirse insanın ontosu yani varlığındaki bu kötülüklerin sebebi nedir? Neden sürekli bir kaos ortamı içerisinde yaşamak zorunda? Dahası: biz neden birbirimizi hep üzüp duruyoruz? Neden dürüst olamıyoruz? Ahlak, sadakat, aşk gibi kavramlara çok büyük anlamlar yüklemişken neden bu ulvi kavramları değersizleştirecek eylemler içerisinde bulunuyoruz?
Hız ve hazzın tutsağı olmanın bunda büyük bir etkisi olduğunu düşünebiliriz ama aslında sorun bunun bile ötesinde. Ezelden ebediyete kadar devam mı edecek bu durum? Öyle görünüyor ki, yanıt maalesef evet. Çünkü değişmeyen tek şey insanın doğasıdır. Nasıl yani? Hiç umudumuz yok mu? Biz hep aynı tuzaklara düşüp duracak mıyız? Hmm. Maalesef binlerce yıldır yazılıp çizilenlere göre aynı şeyleri bizden sonrakilerde sonsuza kadar aynı şekilde deneyimleyip duracak. Çünkü sorunun temelinde o mikro evrenin yazılımı yer almakta.
Sorunun kökenine inmeye hazırsanız gelin birlikte irdelemeye başlayalım.
Hemen hemen her birimiz saf duygularla birilerine gönlümüzü açıp en değerli anlarımızı ve değerlerimizi birilerinin yalandan ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılama amacına dayalı sevgisi gösterisi uğruna yerle bir etmişizdir. Ardından yüzümüzde gülücükler içimizde ise durmadan akan gözyaşlarıyla dilimizden düşmeyen bir daha asla dizeleri… Fakat durun bir dakika. Yukarıda söylediğim gibi yeni bir şey değil bu. İnanın bana dostlar Zeus’tan beri yaşanan acı bir olgu veya realite ile karşı karşıyasınız.
Her ne kadar bizim topraklarda doğmuş Efesli düşünür Herakleitos; ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ demiş olsa da, Ben bir El-fakru fahri (Herhangi bir statüsü olmayan ve bununla gurur duyan bir fani) olarak diyorum ki değişmeyen tek şey insanın doğasıdır. Herakleitos gibi bir düşünürün tezine karşı gelmek tabi ki benim haddim değil ama kendisi bunu şöyle düşünmüş olabilir mi: insan da er veya geç fiziksel olarak mutlaka değişecektir ki bu taktirde tezi doğrudur diyeceğiz. Fakat insanın tabiatı gereği kendisini değiştiremediği de hem antropolojik süreç içerisindeki gelişmelerden hem de mitolojinin derinliklerinde apaçık bir şekilde görülmektedir.
İnsanın doğası mikro kozmos evrenin doğası ise makro kozmostur. Makro kozmosa yani evrenin doğasına bakmadan mikronun doğasını anlayamayız. Bu noktada her daim rehberlerimizden olan Kant ‘evrensel doğa tarihi ve gökler kuramı’ isimli eserinde yıldızlarla dolu galaksinin çalışma sistemi ile insanın içindeki ahlak yasasının benzer prensiplerle çalıştığını iddia eder. Birçok öğretide olduğu gibi felsefe de insanı mikro kozmos, evreni ise makro kozmos olarak adlandırmaktadır. Her ikisinin de sürekli olarak bir değişim içinde olduğu bir gerçek lakin ağırlıklı olarak bu değişimin fiziksel olarak gerçekleştiği söylenebilir. Özellikle mikro kozmos durumundaki insanın bilinç düzeyi incelendiğinde, tabi ki bunu Freud’a danışmamız gerekiyor.
Nasıl ki Kant bize insan doğasının çalışma sisteminden bahseder, Sigmund Freud da bunu daha da spesifik hale getirerek insanın bir zihinsel cihazla hareket ettiğini söyler. Freud bunu buzdağı alegorisi olarak tanımlar. Buzdağı alegorisi 3 temel öğeden oluşur: Bilinç, Ön bilinç ve Bilinçdışı. Suyun üstü bilinç olarak kabul edilir. Burada her şey alenen ortadır; berraktır, birey olayların ve olguların farkındadır.
Ön bilinç ise suyun hemen altıdır. Kafanızı suya sokmadan görmek istediğiniz skalayı temsil eder ve burası o kadar net ya da berrak olmadığından zihinde yanılsamalara yol açabilir.
Son olarak bilinçdışı ise daha da suyun derinliklerini tanımlar. Artık burada siz kendinizle baş başasınız. Fakat bu derinlikteki suya dalmadığınız sürece (psikanalatik müdahale) bir başka ifadeyle rüya görmedikçe ve/veya diliniz sürçmediği sürece kozmik evrenizdeki gizemliliği bir başka ifadeyle bastırdığınız duyguları, arzuları, güdüleri kendi başınıza ortaya çıkaramazsınız
Freud bu bölümü biraz daha kazımak gerektiğine inandığından bilinçdışını da üç bölüme ayırır: ID-Ego-Süper Ego. Bizimle bire bir ilgili alan ID katmanıdır. ID katmanı insanın “default settings” yani “fabrika ayarları” kısmıdır. Bir başka deyişle henüz doğmadan önce canlıya yüklenen programın kendisidir. Bu fabrika ayarlarında ne var bilir misiniz? İnsanın hayvani yanı yani sadece bencil duygularını hiç durmadan tatmin etmesi bir başka deyişle utilarist ve hedonist olmasıdır. Türkçesi mi: Faydacılık ve hazcılığa dayalı bir kişilik özelliği olmasıdır. Buraya sürekli olarak şehvete, yeme ve içmeye dayalı boşaltım sistemini tatmin etmeyi dahil edebiliriz. Bunun haricinde bu ID denilen fabrika ayarlarında ne var bilir misiniz? Sıkı tutunun: kıskançlık, hasetlik, çekememezlik, sıradanlık, nefret, kin tutma vesaire yani barbarik veya ilkel özellikler.
ID hiçbir şekilde ahlaki, etik, toplumsal norm vs dinlemez. Bu skalada birey kelimenin tam anlamıyla bir hayvandan (masum canları tenzih ediyorum) veya 0-3 yaşındaki bebeden farksızdır. Sadece kendi biyolojik ihtiyacının tatmin edilmesini ister. Bir başka deyişle hem bencil hem de narsistir. Yani bu katmanda bilinç tamamen devre dışı çünkü kişi kendi yaratılış programına göre hareket eder.
Pandora mı? Tabi ki bekleyeceksiniz. Malumunuz orada merak ve umut var…