Dünya herkesin sevinmesine yetecek kadar geniş!
Dünyanın pek çok insanı, kendini, küresel stratejilerin tek bileni olarak tarif ediyor. Yığınlarca insan kendi kişisel çabası olmadan, tabiat yasalarının, ilerici eğilimlerin ve güncel teorilerin yedi kıtaya ulaşmayacağına inanır. Bunlar, dünyaya ait birçok değerin, evrimsel birikimin, kültürün, sanatın, edebiyatın ve yeni yeni icatların “daha henüz” keşfedildiğini sanır. Sokrates'i, Platon'u, Galileo'yu, Sarte'yi kendileri dışındakilerin bilmediğini varsayarlar. Kibirleri o kadar delik deşiktir ki, haklıyı haksızı ayırt edemezler. Onların Marcus Aurelies’ı kurmacadır, Spinozalar’ı temelsizdir, Kuantum'u “zihnindeki gerçekdışıya” uyumludur. Tutsağı olduğu gerilik ve daralmalarını, tutucu paradigmalarını, ataerkili, inkârcı niyetlerini Marx’ı maniple ederek meşrulaştırmaya kalkışanlar da az değil.
Birçok toplum; önemli buluşların, bilimselliğin, dönüştürücü fikirlerin, uygarlığın ve özgürlüklerin kendi ırkıyla, kendi inancıyla, kendi coğrafyası ile ya da kendi ataları ile günümüze taşındığını zanneder. Rönesans'ın, diyalektiğin ve tarihselliğin milliyetinin eseri olduğuna canı gönülden inanan gruplarla sık karşılaşırız. Mesela, "Aztekler her yıl kestikleri kurbanlar olmasa güneşin doğmayacağı ve tüm kâinatın parçalanıp, dağılacağı yönünde sağlam bir inanç besliyorlar." [1]
“Egemen aklın” icat ettiği çevreler, kuruluşlar veya cemiyetler kâinatta tek ülkü, tek duygu, tek kültür, tek tarih, tek kavim olduğuna toplumu ikna etmekle sorumludurlar. "Teklik" sağlanmadığında ise yerkürenin sabitleneceğine ya da çoğulculuk canlanırsa doğal düzenin imha olacağına "uluslar" çoğunlukla inandırılır. “Onlara” göre, renklilik, çokça dillilik, bol kültürlülük, zengin kimlikler, evrensel hayat felakettir.
Bazıları, bazı insanların kendileri ile aynı olmadığına inandırılır. Kendisi dışında diğer tüm halkların barbar ve gayri ahlakiliğe, cahillik, cehalete saplandığına ikna edilmiştir. “Bu bazıları,” ısrarla hâkim ideolojileri kutsayarak kötülük yolunu genişletiyor. Her kıtada süren iktidar tazyikleri duyarlılık, ilgi ve bütünlüğü fosilleştiriyor. Harari'ye göre: Bunların çoğu tarihi bilerek, isteyerek hiçe sayan ve ziyadesiyle ırkçılık barındıran asılsız iddialardır. "İnsanlar dünyaya yayılıp bitki ve hayvanları evcilleştirdiğinde, ilk şehirleri kurduğunda ya da yazı ve parayı icat ettiğinde günümüz inanç (din, mezhep vd) ve milletlerin hiçbiri yoktu ortada. Ahlak, sanat, maneviyat ve yaratıcılık dediğimiz şeyler genlerimize işlenmiş evrensel insan becerileridir."[2] Velhasıl kimse kendini dünyanın çekirdeği olarak görmemeli. Benden öncesi ve benden sonrası "tufandır" saplantısıyla eziyet etmekten vazgeçilmeli.
Diğer pencerede ise askeri yatırımların, füzelerin, roketlerin, uçakların, siyaların, orduların ve koca savaş bütçelerin “gelişimin süperi” olduğuna emin olan milyonlarla aynı güneşi soluyoruz! "Şanlı ve şerefli geleceğin," sayısız ülke vatandaşının bir şekilde savaşa maruz bırakılması ile mümkün olduğu algısını yayan masallarla boğuşuyoruz. Bir taraftan da hakikati ile barışı, eşit yaşamı ile sömürüyü bu katı kalabalıkta kavramaya çabalıyoruz. Sümer şehir devletlerinden günümüze devredilen; "öldürmeyeceksin ve çalmayacaksın" yasaları gayet iyi bilinen ahlaki, erdemli ve yüce kurallar değil mi? Koşulsuz ve ama’sız; emeği, insan hayatını, doğa tahribatını, sempatiyi, kolektivizmi ve saf bakışları ezip geçen savaşı havasız bırakmak; barışı büyülemek, hoşgörüyü alevlendirmek, sevgiyi çapalamakla dünya güvene erişir.
Bir diğerini, yoğun duyguları olanı, bilgece kaynakları, özgün değerleri alt etmek, hiçleştirmek veya tanımamak üzerine kurulan yargılar, "Modern Çağ insanını" gülünç duruma düşürüyor. Kendimizi abartılı bir şekilde şişirerek, kendimizi yeryüzünün tek kahramanı ilan ederek gerçek olanı; adaleti, özgürlüğü, hak ve hukuku, hayatın doğal formlarını evrensel tartıyla nitelendiremiyoruz. Böyle olmamalı! “Canına kıydığımız o kadar çok şey oluyor ki onları yok ettiğinizin farkında bile değiliz.”
Hermann Hesse diyor ya; " pek az kimse kendi yaşamını yaşar." "Kendi yaşamımızı yaşamayı öğrenmeliyiz." [3] Vicdanın gösterdiğine taraf olmalıyız. "Kocaman ve iri laflara itibar ettikçe birbirimizi anlamak zorlaşıyor." [4] Oysa içte yaşanan, doğadaki tüm güzelliklere, iyiliklere, sevinçlere kaynaklık etmek yeryüzüne tatlılık katacaktır. “Gözlerimizden yaşlar gelecek kadar duygulanmak” güçlendirir.
Rahatımızın ya da güven(siz)liğimizin bozulacağı korkusuyla istifimizi bozmuyoruz. Belki her çabamız, pek çok emeğimiz, uğruna çok zaman verdiğimiz düşlerimiz yeterince anlaşılmayacak ve öz biçimiyle görülmeyecek. Varsın öyle olsun. Umutla ektiğimiz her doğru, sadece bugün değil, yarın da yeşerecek, sonrasında da boylanacak.
Tıka basa bilgiçlik ve küçümseme kendimize esaret doğurur. Aşağılamak, kin tutmak, umarsızlık ve felaketleri alkışlamak iyiyi öldürmek değil mi? “Oysa dünyanın dört bir yanında yaşam bizi bekliyor, biz ise hep birazını algılıyoruz."[5] Hepimizin görevi, insanlığı bütün olarak birazcık ileri götürmek ise, yararlı olandan yana yürek koymalıyız.
Unutmayalım: Dünya herkesin sevinmesine yetecek kadar geniş.
Kaynaklar ve Alıntılamalar:
21 Yüzyıl için 21 Ders (Yuval Noah Harrari, [1,2])
Öldürmeyeceksin (Hermann Hesse, [3], [4], [5])