Dönemin üstüne çıkan özgürdür!
Farklı düşünmek, başka hareket etmek veya farkı yakalamak kendi öz niteliklerinin bilincine varmaktır. Yeni topluma, genç yaşama, tanınmayan dünyaya ve taze umuda çağrıdır. Farkındalık, bir canlının çevresindeki gelişen olayları bilme, algılama ve duyumsama becerisi olduğundan; öz evrim, kendi kendini yaratma disiplinleri “sordukça” gerçekleşebilir. Farklılık, "olanı" doğru yorumladıktan sonra onun bir adım ötesine taşınıp ve onu değiştirme girişimidir. Marx, "felsefi tartışmalar sadece dünyayı yorumlama ile kalmamalı, önemli olan harekete geçmek ve artık onu değiştirmektir," dememiş miydi?
Mesela, "Marx'ın getirdiği yenilik, insanın kendi kendini gerçekleştirmesinin yolunu tıkayan belayı- ekonomiyi keşfetmişti. Ve insanın yalnızca aklını değil, tüm zihinsel, duyusal ve duygusal yeteneklerinin de gelişmesinin onun insan haline gelmesinin ereği(hedefi) olduğunu belirliyordu." [1] Belki biraz ütopik bir yorumlama gözükebilir ama, "modern insan" her sabah uyandığında tamamen özel mülkiyetçiliğin getirdiği sorunsalla boğuşur, gün boyu ekonomik kuşkular ve üretim tüketim dengesini tutturmak için doğasını aşındırıyor. Bu aşınmışlığı ise özel mülkiyetin mantığında aramıyor. Bir şekilde kendi mantığına ve aklına hükmeden gücü haklı çıkarma girişimlerini kutsal görev sayıyor.
İnsan kendi faaliyetleri ile kendini yaratmıyor muydu? Elbette ki dış etkilerden ve dışsal gelişimlerden tamamıyla bağımsız ilerlemeyiz. Tercihimiz olmazsa da dışsallıkla belirli gramajlarda uzlaşırız. Mesela, bencil olandan, alt etmeyi amaçlayan niyetten ve kişisel çıkara odaklanan ilişki kurgularından bağımsızlaşmak hemencecik olmuyor. İnsanın içli özüne ve özgür bilincine varması ne kadar zorlaştırılmış değil mi? Zihinlere variller dolusu yanılsama, kaya katılığında temelsiz nasihatlar döşenmiş. Doğan her varlığa anbean talimat üstüne talimat fısıldanıyor, ninnilerle direktifler işleniyor. Böylelikle gelişimin birçok aşaması atlatılıyor. Bu durumda zayıflatıcı ve köreltici algıların, tüketici programların dışına kendini atmak cefalı hal alıyor kaygılandırıyor. Sonra insan merkezileşmiş deneyimlerin dışına çıkamıyor; düşünce gücünü ve sevgi gücünü ileriye yansıtamıyor.
“Daha öncelerimizi” duymazdan gelerek yüzümüzü dünyanın tersi istikametine döndüremeyiz. Çünkü insan gelişimi eskilere dayanan dinamiklerin egemenliğindedir. Hayati devamlılık için ise "her zaman bir gereksinim alanı var olmaya devam eder."[2] Mevcut dünyanın ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal ve politik tüm birikimleri hem geçmişe uzanır hem geleceği planlar. Dolayısıyla hayat geçmişten kesitleri taşır, hem de gerçekleşmemiş şimdinin karmaşasını ve geleceğin canlı kodlarını damarlarında besler.
Çağdaş insan kötülük ve çok kötülük, yoksulluk ve çok yoksulluk, bilmezlik ve çok bilmezlik arasına sıkıştırılıyor. Çağın ekonomi politiği, sanayi ve teknoloji biliminin tezi buna göre yapılanmıştır. Bu tez, "yaşamdan ve tüm insanı gereksinimlerden vazgeçmedir: Az ye, az iç, az gez, az kitap satın al, az oku, tiyatroya ve sanata az zaman ayır, az düşün, müzik dinleme böylece çok biriktirirsin,"[3] kavrayışını empoze ediyor. Dolayısıyla hayattan tat alma, ona dair düşünme ve gözlediğini hissetme duyarlılığı topallamaktadır.
Göz göre göre çarpıtılmış, savrulmuş ve hiçleştirilmiş (mutsuz, sevinçsiz, neşesiz ve eşitsiz) algı sürümüne karşın özveriyi, samimiyeti, sadeliği ve sahici gereksinimleri seslendirmek iyileştirir. Bu iyileştirici değerlerin bilincini, “bunun” zihnini ve “bunun” duygusunu ayaklandırmalıyız. Hem toplumsal hem de bireysel varlık olan insan; doğacılığı ve gelişimciliği kamçılamalı ve de doğal çatışmalarda dönüştürücü çözümlere varmalıdır. Yani insan ile doğa ve insan ile doğal varlıklar arasındaki ilişkiler öze uygun biçimiyle yapılanmalı.
Özgür ve bilinçli faaliyetleri, dayanışma duygusu ve yetenekleri sevgiye, barışmaya, doğal gereksinimlere evirmek üretken deneyimlerdir. Kendisi dışındakine saygı duymayı ve ona inanmayı öğretir. Bu deneyimler kendine, dünyaya ve yaşama yakınlaşmayı sağlar.
Bilme faaliyetlerimiz ne kadar çoğalırsa farkındalık o denli oluşur, sevme niteliğimiz ve anlama niyetimiz böylelikle şahlanır. Hani Fromm diyor ya, “her birimiz iyiyiz ve hepimiz kötü, her birimiz ermiş olduğumuz gibi hepimiz birer suçluyuz.” Velhasıl kendimizle ilgili olanı meydana getirmek için fark etmeliyiz. “Kendimizdeki kötülüğü gördüğümüz ölçüde kötülüğü anlayabiliriz.” [4]
Her birimizin karakteri kendi ellerimizle kurduğumuz dünyanın yansımasıdır.
Dönemin üstüne çıkan özgürdür!
Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:
Erich Fromm (İnsan olmak Üzerin, [1,2,3,4])
Erich Fromm ( Sahip Olmak ya da Olmak)