Dil ve İletişim (2)

YAYINLAMA: 25 Nisan 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 24 Nisan 2025 / 10.34

Dil kelimesi, günümüzde ağzımızdaki et parçası ve lisan olarak tanımlanmakta. Dilin Fars dilindeki karşılığı “gönül”dür. Yani biz aynı dili konuşmakla karşımızdaki kişinin ağzından çıkan seslerin tınısını duymuyor, gönlünden geçen duyguları algılıyoruz. Aynı dili konuşan insanların basit konularda dahi farklı anlayışlarda olmaları göz önünde bulundurulduğunda dilin iletişimi sağlamakta başarılı olduğu söylenemez. Kaldı ki farklı kültürlerdeki farklı dillerdeki kişilerin birbirini anlamaları.

Dil, simgelerle örülmüş ve anlamlı kılınmış, metafizik bir alan olarak da görülür. Metafizik fiziğin ötesi anlamına gelmektedir. Günümüzde; hayali, akıl dışı alan olarak algılansa da doğa yani fizik üzerine oturtulan düşünceler demektir. Psike hem fizik hem ruh anlamlıdır. Biz bu işleyişi algılayabilmek için beden ve ruh, madde ve mana diye farklı kulvarlar var ederek kaybolmuşuz.

Birey olarak doğan insan çevresindekilerin düşünce ve davranışlarını taklit ederek, deneyimleyerek o varlığı kapsar, varlık insana dönüşür olmuştur. Biyolojik döngünün yönü cem’at, nebat ve hayvanat olduğundan ve bu hayvan (Canlılığın) zincirinin en son halkası olan insan döngüyü kendinde toplayarak gelecek kuşağa devretmeye devam etmektedir. Bunu da sözsel ve yazınsal eylemle, sanatla yapmaktadır.

Göbeklitepe ve çevresinde yapılan kazılarda ortaya çıkan dikili taşlar ve üzerlerindeki hayvan figürleri, insan ve hayvan figürleri, insan ve hayvanın birlikte işlendiği figürlerin dönem insanının düşünce kapasitesini onu aktarabilme seviyesini gösterdiği okunmaktadır.

Günümüzde sözü edilen figürler kozmoloji, din, arkeoloji bilim gibi farklı dillerle okunmaya çalışılmaktadır. Bu da bir bütünün, farklı dillere yansımasını doğurarak gerçek anlamından kopmasına neden olmaktadır. Taştan ve taş üzerindeki çizgi ve sembollerden oluşan bu alfabeyi hangi dili kullanarak, hangi manayı katarak okumalıyız?

Taşları insanın şekillendirdiğine göre insan varoluşu dilini kullanarak okumanın en mantıklısı olacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda T formlu taşların şekil olarak insanı temsil ettiği gerçeğinden yola çıkarak onun üzerindeki farklı figürlerin ona ait temsil ettiği ailenin sembolleri, bireysel özellikleri ve düşünce yapıları diye okuyabiliriz. Mesela, dairevi formlu yapıların aile birliklerini temsil ettikleri anlaşılmaktadır. Yer sofralarında aile bireylerinin bir araya oturup yemeklerini yedikleri, aile reisinin gelmeden yemeğe oturulmadığı bazı ailelerimizde gelenek olarak yaşayagelmektedir.

İnsanın huyu, çeşitli hayvan davranışları ile tanımlanmıştır. Aslan gibi, kurt gibi yırtıcı, öküz gibi kuvvetli, tilki gibi kurnaz, akrep gibi sokucu vb. huylarımız bulunmaktadır. Gücün akıl ve söz ile gösterilemediği dönemlerde gövde ve hareketlerle gösterildiği gerek hayvanların davranışlarından iletişim dilini kullanamayan insanların davranışlarından anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda bir yırtıcı hayvanın kucağında olarak işlenmiş heykel o kişinin o hayvanın gücünü kendinde toplayıp kendine dönüştürdüğü okunmaktadır. Bir insanın başında ise kuş figürü bulunmakta. Kuş gökselliğin, kapsayıcı bakışın ve avcılığın sembolü, Kartal, mitolojide Tanrı Zeus’u simgesidir. Onun insanın başında olması o insanın baş olduğunu, düşüncesinin kapsayıcı olduğu okunur.

Mevlana Celaleddin’i Rumi çarşıda gezerken işçilerin kavgasına şahit olmuş. İşçiler yemek için fikirlerini söylüyorlarmış ancak her biri ayrı dilde söyledikleri için anlaşamıyor ille benim dediğim olacak diye yükseliyorlarmış, Hazret, ellerindeki parayı almış ve çarşıdan üzüm ekmek alıp getirmiş. Herkes benim isteğimi aldı diye ayrı sevinip hocaya teşekkür etmişler. İşçiler üzüm ekmek diyormuş ama kimisi Farsça, anep nan, kimisi engür, hubs, Arapça söylediği için anlaşılmıyormuş. Yani herkes bedenini ve ruhunu ortaya koyuyor. Ama herkes kendi kültürü ile perdeli olduğundan birbirini anlamıyor. Ancak birleştirici gözle, feragatla, sevgi ile bakıldığında bireylerle bir araya gelip mutlu olunabiliyor. Yoksa kimse kimsenin özünü sözünü yemiyor.

Bugün kültürel alt yapıdan kopuk para kazanmak için üreten ve paranın ve işin hâkim olduğu sistem maalesef aşırı tüketimden para kazanma metodu güderek çevreyi ve insanı yok etme aşamasına gelmiştir. İklim yasası adı ile de bu tahribatı sürdürmeyi amaçlamaktalar.

Günümüzde, paket eğitim ve beslenmeyle doğanın dışında olduğumuzdan onun üzerine kurulan metafiziksel üstyapıyı, algılayamıyoruz. Bunun nedeninin simgesel yazı kullandığımızdan yazılarda doğayı okuyamıyoruz. Doğa, bir döngüler ortamıdır. O döngüde her canlı bulunduğu ortama adaptasyon ile varlığı üzerine hayatını devam ettirir. İnsan da döngüsel varlıktır. Ancak kültürel varlık olarak değişim ve dönüşümün sağlayabilme yetisindedir. Günümüzde insan tarih bilgisi ile zamansal derinliğini, bilimsel bilgisi ile de yaşadığı ortamın bilimsel tanımını yapma seviyesindedir. Düşüncesinin içine dalan insan ise varlıkta yok olarak varlığın dili ve göreni olmuştur.

Günümüz modern insanını doğaya saldığımızda üç gün sonra ölüşümü bulabiliyoruz. Çünkü doğadaki doğal döngü zincirini kırdık. Çocuklar topraktan, doğal çevreden, üterim döngüsünden kopuk olarak dört duvar içinde, paket yiyecekler ve önlerine açılan ekrandan çevreleri ile iletişim sağlayabiliyorlar. Ne acı bir durum olduğunu anladığımızda maalesef çok geç olacağı yaşanan olaylardan anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa bölgesinde ortaya çıkan serbest heykellere dönecek olursak, bağımsız erkek heykellerinin elleri ile cinsel organlarını tutar veya ereksiyon halinde gösterilmiştir. Arkeolojik buluntular arasında “Ana Tanrıça Heykeli” olarak tanımlı etli butlu kadın figürleri bulunmuştur. Bu durum konu ile ilgili bilim çevredekilerince, kadının doğurganlıktaki rolü nedeniyle tanrı olarak görüldüğü ve Ana Tanrıça Dönemi olarak tapınım gördüğü ifade edilmektedir. Ana kayadaki mağarada dünyaya geldiği için, kendini mağara içinde tanımaya başlayan insan yavrusunun kayadan doğduğu inancından bir anadan doğduğu gerçeğinde dölleyici rolünü keşfeden insanın tanrılığını ilanından başka ne olabilir ki?

Bu düşüncenin ürünü günümüz insanlarının kadına bakışı, sokakta her gün birkaç kadının cinayete kurban gitmesi, günümüz ekonomik yapısının kadının doğal konumunu bozarak çalışıp ekmeğini kazanma durumuna getirmesi, modern ekonomik yapının kadını meta ve tüketici olarak tanımlaması ortadaki sorunun başlıcaları olarak görülmektedir.

Bu sorundan ancak dünya çapında uygulanacak bir proje ile kurtulunabilir. Bu da günümüz şartlarında mümkün gözükmemekte. Bireye düşen kendi varoluşunu ve devamını sağlayan sistemi ve bakış açısını uygulayacağı bir eş ve bir dost ile model insan olarak devam etmeye çalışmasıdır. Son

Saygılarımla. 18.04.2*25 Gaziantep

Dil ve İletişim (2)
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *