Her doğru sahibini mutlaka ödüllendirir…

YAYINLAMA: 14 Mayıs 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 13 Mayıs 2025 / 14.44

Biz insanlar ayrıcalıklı olduğumuz bilgisine sahibiz. Hatta her birimizin diğerlerinden üstün ve daha yetenekli yanları olduğu saptaması bizde mutlaktır, bundan taviz verilmez. Şüpheciliğimizi de çoğunlukla diğerleri söz konusu olunca harekete geçiririz. Kendimiz dışındakilerin duygu, düşünce, samimiyet, özveri ve yararlılık niyetlerine kuşkuyla bakıp, üstünlüğümüzü buradan kurarız. Dış dünya ile kurduğumuz ilişki kendi özgün ilişkimiz değildir; onun için yakınlaşmayı değil saflaşmayı ve bireyselleşmeyi öncelleriz.

Oysa birileri ile çekişmek, birilerini alt etmek hayata dâhil değildir. Başka varlıkta hasar yaratmak doğal değildir. Yitip gidene insanın içi yanmalı. Rousseau’nun dediği gibi; “düşünmeden önce hissetmeliyiz.” Çünkü ömür beklemeden burnumuzun dibinden akıp gidecek. Denenmiş hayatı birkaç kez yaşamak, “bu yapay hayatın” dışına çıkmamak neye yarar ki?

Bakmasak da görmesek de duymasak da bilge, âlim, ustalar misali böbürleniriz. Böylece çoğumuz doğru dünyanın peşinde olduğunu sanır. Bahse girmiş iddialı taklitçiler gibi ürkeğiz aslında.  Onun için bize sunulan hikâyeye sıkı sıkıya bağlıyız. Bu hikâyede yüceltilmiş rolümüz içimizin aydınlığını ve gözlerimizin şeffaflığını çürütüyor. Dolayısıyla kolektivizm, sevgi ve saygı dili geri vitese düşüyor.

Yine de dünyada kime sorsan (tek ağızdan) yarına ilişkin güzel düşüncelerini, barışçıl hayallerini, yaratıcı ümitlerini, sevmek ve sevilme planlarını aksansız dizer. Ama yakınında sıralanan kadın bedenleri, çocuk istismarları, doğa yıkımları, emek sömürüsü, dil ve kimlik ayrımcılığı, güvenli yaşamın önündeki engellerle bir zerre ilgilenmez. Çünkü karşımıza çıkan sorunun sebep- sonuç ilişkisine odaklanamıyor, hakikati idrak eden zihin damaklarımız bir şekilde hissiyatını kaybediyor.

Yanılma olasılığını hiç umursamıyoruz, tutturduğumuz sabitliğin aslı ile sahiden ilgilenmiyoruz. Hayatın değişkenleri olduğuna, insanın kendini tanıması ve bilmesinin büyük zamana yayıldığını ve bunun için büyük deneyimleri, çaprazlama yaşanmışlıkların realitesini hasıraltı ediyoruz. Bu durumda varlığımız sadece maddesel varoluş oluyor; yani yer kaplıyoruz ve bir şeklimiz oluyor.

İnsanın doğası gereği mi, yoksa baskın(egemen) anlayışın etkisi mi bilemiyoruz. Ama insan cilalanan algısal ve düşünsel benzerliklere hapsolmuş. Susmayı öğrenen milyonlar olduk. Onun için “insan yüzleşmeye önce kendi küçüklüğünü kabullenme ile başlamalı.”[1]  Çünkü, “bilinci artan kişinin kaderi de artar.”

Köhne popülasyona maruz kalıyoruz; kutsal, doruk, kazanmak, bayrak veya üstünlük söylemleriyle hayal gücü eksiltiliyor. Bu portreye sarılmak, saklı kalan noksanı bir süreliğine örtüyor. Özgür sezilerin gücünü yanıltıyor. Bu mecraya su taşımak yeryüzünü tutsak ediyor; okuduklarımızı, yazdıklarımızı hiçleştiriyor; doğru ile yanlışı sezme niteliğimizi aşındırıyor. Hayata, barışa, özgürleşmeye, eşitliğe olan mesafemizi çoğaltıyor. Zihinsel ve ruhsal pusuyu normalleştiriyor.

İnsan aklıyla yaratılan entrikalara hayat boyun eğmiyor. Ve diyalektik akış dalaverelere sığmıyor. Çünkü hayat özetlenen veya tarif edilen değil, yaşanan biçimdir. Zamanla “kılışta kabzasını eskitir.” [2] Yılları gerçek hayata dökmeden yutmak olmaz. Örse çekici vururcasına hayata dokunmalı. “Hayata açık insanların yüzüne bakın onların yüzünde neşe tüter.” [3]

Yanılgılar, duyarsızlık ve ilgisizlik de hayata dâhil değildir. Yaşamın da insanlar gibi susmuş binlerce sessiz çeşitleri vardır. Başka bir biçime bürünmüş veya ihlal edilmiş duyguları ateşlemeliyiz. Duygulara soluk vermeliyiz. Murathan Mungan’ın dediği gibi: “Bırakın bilmeceler zekânızı karıştırsın, ama hiçbir cevaba teslim olmayın.”

Elbette gerçek olduğu yerde veya son biçimiyle kalmayacak. Belki gerçeği yüzükoyun kelepçelediler. Belki görmeye öfkeli rüzgârlar prosedürü aştı, ya da hissizlik katlanarak arttı. “İrili ufaklı ruh kırılmalarına da uğratıldık.” Belki de kalbin canına okuyoruz. Yirmi birinci yüzyılda bağımsızlaşmak; sezgide, düşüncede, öngörüde özgünleşmek neredeyse imkânsız hale gelmişte olabilir.

Ama hayat hep bildiğini okur. Bilinci artanlar gelecekte buluşur. Doğrunun ve iyinin genleri korkusuzdur. “Her şey bir gün doğasına döner.” [4] Her yanlış bir gün sahibine bedelini ödetir. Her doğru sahibini mutlaka ödüllendirir. “İçimizdeki kendimize yeniden girmemiz yeterlidir.” [5]

Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Şairin Romanı-Murathan Mungan [1,3,4]

Ophêlia’ya Mektuplar- Frrnando Pessoa

Kendini Bilmek- Foucault - (J.J.Rousseau – [2,5)

Her doğru sahibini mutlaka ödüllendirir…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *