Öz

Özüne Özüm Kurban, Sözüne Sözüm Kurban, Gözüne Gözüm Kurban, Bu Odur. Yoksa Hayal, Yar Geldi Yar geldi. Çekmişem Hasretini Derdini Mihnetini, Başına Çok Dolanmışım, Yoluna Dayanmışım. Gitme Menden Uzağa, Salma Gönlümü Firaka Sevdiğim Akil Ola Yar Geldi Yar geldi.
Türkülerimiz bir duygunun saza ve söze getirilmiş hali. Türkü deyip geçiyoruz. Ancak hali ile hallendiğimizde etkisi içselleşiyor. Annem rahmetli bana ağlatacak veya oynatacak türküler olsa da ağlasak demişti, ben de o zaman Şeker Anadolu Oyun Havaları adlı bir kaset almıştım ama onu beğenmemişti. Hayatın iki ucu oynama ve ağlama. Garip insanoğlu arasında mekik dokumada. Bunun denge noktasını bulup orada durmaz isek zıtlar olarak hayattan pek bir şey anlamayız kanaatindeyim.
Sözlükler, bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, kendi anlamı veriyorlar öz’e Bir şeyin ana öğesin, onun özü olarak tanımlıyor. Bu bağlamda bu sözlükleri de herkes kendi özü ile tanımlayacak. Şöyle de ifade edilebilir. Her okuyanla ayrı bir anlam kazanacak veya o kadar çok bilgi var ve ayak altına düşük ki bir parmak hareketi ile öteki habere videoya atlanacak. Derdi olan doktor doktor gezer derman ararmış. Derdi olmayan doktoru dermanı neylesin
Şeyh Galip “Hoşça bak zatına zübdei alemsin. Merdim dide-i ekvan olan ademsin” demiş. Alem, ilim kökümden bilinenler demek Arapça ‘alemin’ iki alem; felsefi terim olarak soyut ve somut, dini terim olarak maddi manevi, ilmi terim olarak ise Fizik Kimya Biyoloji ve beşerî bilimler anlamında. Anlaya bilmek için de onsekizbin alem diye hayatımızın dışına atıp ulularmışız. Sonuçta madde boyutunda atomu parçalayıp insanlığı felakete getirmiş bir kısmımız da aklını oynatarak kurtulmuş.
Didei ekvan kâinatın gözü. En’am suresi 103 ayette “Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür; O, lütuf sahibidir, her şeyden haberlidir.” Denilmiştir. İnsanoğlu kainatı ve atomu, çekirdeğin içini gözlediğine göre kâinatı hem gözü hem de gözetleyeni. Göz kendini; görme görmeyi göremiyor ama her şeyi görüyor. Bu tanımdan her bir görenin diğer görenin huzurunda ve denetiminde olduğumuzu gösteriyor. Boşuna kendi gözündeki merteği görmez de elin gözündeki çöpü görür veya elifi görse mertek sanır diye deyimlerle kültür coğrafyamızı zenginleştirmemiş atalar. Bakışlar türlü türlü olduğundan herkes kendi bakışına esir. Yani bir diğerini görmüyor. Niyazi Mısri “Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür, Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür” diyerek konuyu iki cümle ile özetlemiş.
Özü çekirdek olarak ele alalım. Çekirdek ancak toprağa düşüp 3 ay karanlıkta yatıp su, sıcaklık ve havanın etkisi ile özünü ortaya çıkartabiliyor. Bir bostan çekirdeğiyse 3 ay içinde meyveye dönüp geri toprağa düşüyor. Bir şeftali, fıstık veya zeytin ağacı ise 5-6 yıl bedenleşip dallanacak sonra aşılanacak bir o kadar yıl sonra da meyveye duracak ancak bu kez toprak ısı, su ve havaya ek olarak insan eli ile koruma bakım ve kontrol gerektirecek yoksa meyve nerde çekirdek nerde. Ve bu çekirdek toprağa düştüğünde geri piç olarak hayata başlıyor. Tıpkı biz insanlar gibi 25 yılda yetişen insan oğlu ancak meyve vermeye başlayabiliyor. Bereket ürettiği bilgiler kültür ve teknolojiye dönüşüyor da konfor ve kültür ortamımız artmada yoksa her doğan işe sıfırdan başlayacak tıpkı hayvanlar gibi.
Peki durumu bu bilgi insanın özünü tanımasına yönelik ele alırsak? Aslında türkü işin özünü söyledi. Bedel- emek vermek, kurban olmak, hesap vermek. Biz kurban olmayı para, eşya, hayvan kurban etmek olarak anlıyoruz. Halbuki özümüzü, sözümüzü, görüşlerimizi kurban etmemiz isteniyor. Ancak o zaman kendimizi konumlandırabiliyoruz. Sonra da farkındalık duygusu uyanarak saygı ve sevgiye dayalı bir yaşamı kurabiliyoruz. Aksi taktirde…Özden habersiz benliklerin mücadelesi. Veya kendi cehennemimizde kendi ateşimizle pişiyoruz diye de ifade edebiliriz.
Öz menem! ...Onlar kabuk...öz menem. Yarınları büyük ülküye götürecek köz menem" demiş şair siyasi bir kişiyi şehit olarak ifade ettiği şiirinde. Şehitleri ölümsüz saymıştır inancımız. Yani davası uğruna kendini feda edenler oranın özüne karışabilmede. Yoksa kabuk. Olsun, kabuk da içi- özü koruyor. Ağaç yaprağıyla gürler demiş atalar. Peygamberimiz de ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim buyurmuş. Öğle değil mi bir çekirdekte ağaç ve ormanlar gizli.
Mademki kâinatın özü insanoğlu, içimizden gelen ve müsbet menfi olarak tanımladığımız bu kadar olayın müsebbibi de biziz. Başka bir gücün üzerine atarak topu taca atmak niye? Bizliğimiz benliğimize yaşam ortamı sağlıyor. Benliğimizle bizliğimizi, bizliğimizle de benliğimizi yaşıyoruz. Bu kadar senaryo yazılıyor ve bir sürü rol dağıtılarak canlı bir film-tiyatro oynanıyor. Ve herkes kendi rolünü en iyi oynamadan mesul. Bu filmi oynatan kim ve amacı ne sorusu ortaya çıktı.
Gök yüzünde savrulup parçalanmadan, güneşin etrafında fırıl fırıl dönen, dönmeden başı dönen insanoğlu Dünyaya bir anlam katarak hayal ve madde dünyasıyla var olmaya çalışarak binlerce dil ve kelime üretip kendini tanıyacak da anlayacak… “Ağaçlar kalem olsa “denizler mürekkep yine tükenmez” yazar kutsal kitabımızda. Bu bağlamda, din ve millet olarak örgütlenip ömrünce yaşayıp geçiyor. Ölümsüz eser bırakanların gölgesinde bizler de var olmaya çalışıyoruz.
Ne gerek var tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan davasını gütmeye. Devamını sağlayıp ürettiklerimizi kültürleyerek çoğaltıp ikram edelim de tavuğu ortaya çıkartan sistem mutlu olsun. Benliğimiz ve kendiliğimiz bir bedende dönen haller değil mi? Kendi kendimizi göremediğimiz tanıyamadığımız için mi binlerce ben ve göz ile birbirimize bakıyoruz?
Kızımın daha 7-8 yaşında iken “baba her anne çocuk olarak dünyaya geldiğine göre ilk anne kim ve ne zaman oldu sorusuyla afallamıştım. İçinde hayat bulduğumuz dünyada güneş babamız ay anamız desem dünyaya düşecek dışarıda arayacak. Çocukluk, analık – babalık bir san, dünyanın dönüşüyle ortaya çıkan bir noktanın döngüsü, özümüz yanan bir nokta desem yaşamadığı için algılayamayacak. Ayrı ayrı kalıplarda olmamız kendimizi yarımızı, parçalarımızı tanıyıp öz olduğumuzun idrakine geldiğimizde soru gündemden düşer dedim de kurtuldum.
Madem böyle bu döğüş dava, itişme- çekişme nedir derseniz o da kendini tanımaya çalışan özün benlik kazanıp ben yiyim ben yöneteyim davası. Her birey, hata bende diyerek hatasını, kusurunu, bilgisini, yöntemini, yarasını tanısın da o davranışı bir daha yapmasın diye olan görüntüler olarak tanımlayıp ancak öze indiğimizde dinginleşip, dinleneceğimizi düşünebiliriz.
Saygılarımla 12.05.2025
