Kimlik ve Aidiyet

Ben kimim, sen kimsin, şu kim?
Bir kimlik aranıyor; varlığa, varoluşa...
İnsan toplumsal bir varlık olduğundan oluştuğu ve kabullendiği yere bir adres bir kimlik tanımlamada. Bu adresi, bu kimliği aynı mahallede oturan kişiler var etmiştir. Bu varoluş o mahallin çevresinden ayrı değildir. Bedeninin uzuvları vücudu, onun düzgün çalışması da insanı ortaya çıkardığı gibi üzerinde yaşadığımız dünyadaki mahaller ve adresler de bir bütüne, insanlığa aittir.
Şair Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür diyerek insana ve insanlığa ait olana sahip çıkmıştır.
Dünyanın kutupsal döngüsünden olsa gerek oluşan mahaller kendi içinde ayrışarak yeni adlar, yeni adresler oluşmakta. Bu mahallerde oturanlar da farklı kimlikler kazanarak ayrışıyorlar. Bazen de ortak menfaatlerde birleşerek üst orgutler kurarak devletleri imparatorlukları oluşturdukları üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasının son bin yıllık tarihinden anlaşılıyor ki çevre coğrafyadaki kültürler buraya eylemsel hak sahipliğinden dolayı Türkiye demişler ve inancı olan Müslümanlıktan dolayı da Müslüman denilince Türk, Türk denilince de Müslüman anlamışlar.
Bu iki kavram birbirine bağlayan anlamıyla ilgili olumlu olumsuz çok şey söylemek mümkün. Ama insan olarak yerinde görüp yapıcı konuşmak uygundur. Tanıyanların ve yaşayanların söylem ve eylemleri bu kimliğe ait ve bu kimlik de insanlık kimliğidir. Olumsuz düşünceler bireyselliğimiz duruşumuzdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Tüm hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da varlığını devam ettirmenin temeli olan ben yiyim ve daha güçlülerinde ortaya çıkan ben yöneteyim fikri ile tüm varlık birbirini yiyerek varoluşu sürdürmektedir. Bunu kimliklerle kıyaslayarak iyi kötü denmez. Her yerin gereği kendine göredir. Şartlar yaşamı şekillendirir. Şekiller de şartları. Bu bağlamda erdemli insan olarak yaşamın yolu açılarak birlik beraberlik içinde bilinçli yaşamak esas olan.
Toplulukları oluşturan herkes kendi kimliğine sahip çıkarak varlığını devam ettirmede. İnsanın yaşadığı toplum içinde pek çok kimliği var. Çevresi ile ilişkisini de bu kimlikler ile sağlamakta. Bunun üzerinde milli, dini, siyasi kimlikleri de var. Aidiyetini de bu kimlikle tanımlamada. Ancak doğanın bağrından kopup gelen gerçek kimliğinden bihaber yaşadığımızdan ayrımcılık yapıp karşımızdakine hayat hakkı tanımıyoruz.
Dünyamızdaki iletişim ve ulaşımın, haberleşmenin artması, bilginin yaygınlaşarak herkesin her yerden ulaşılır hale gelmesi bireyin kendini kıyaslaması ve farklı birey ve toplumları sorgulamasına ve tanımasına neden olmuştur. O nedenle aidiyeti sağlayan kimlikler hem kaynaşma hem de ayrışma aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mahalleşme, halleşme…
Mahalleşme ve halleşme olmadan insan kimliği iğretidir. Örnek vermek gerekirse Dikimevi mahallesinde doğup büyüyen biri kumaşı, makası, dikiş makinesini, iğneyi ipliği tanır. Terzi ise hem tanır hem de kullanarak elbise diker. Usta bir terzi ise kumaşın kalitesini, müşteriyi, diktiği elbiseyi kişiye göre yakıştırarak, beğendirerek diker. Ama pamuk tarlasını, tarlanın durumunu pamuğun kalitesini bilemez. Onu çiftçi ve iplikçi tanır.
Ayakkabıcı Mahallesi’ndeki de dericiyi, boyacıyı, ayakkabıyı tanır bilir ve ilkelerine uyduğu müddetçe bu meslekler ile kendisine aidiyet bir de aile kurarak mesut mutlu yaşar.
Bir sanatçı, kahraman, sporcu veya bilim adamı erdemli eylemleriyle insanlığı ve içinde bulunduğu milleti yüceltir, onurlandırır.
Üst kimliği olan din ve milletinin yüce değerlerinin idrakinde olanlar ise işini en güzel şekilde yaparak başka ülkelerdeki hemcinsleri ile irtibata geçerek mesleğinin gelişim ve tanıtımına katkı yaparak faydalı bir vatandaş olarak yaşamına devam eder. Bu duruma insan olma kimliği denebilir. Tersi durumda ise mesleğini dahi kirleten bir kimlik kazanır.
Dinler bu üstün insanı ortaya çıkıp yaşaması için konan yasalar bütünü olarak değerlendirilmektedir. Öyle ki eskiden hacca giderken hacılar helal para ile hac yapabilmek amacıyla paralarını hayat kadınlarının kazançları ile değiştirerek giderlermiş. Günümüzde US doları geçerli. Bu inanç ve yaşamımızın durumunu gösteren hem inanç hem helal kazanç hem de kime hizmet edildiği, emeğin kutsallığının ve neye evrildiğine dair üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardandır.
Bu döngü içindeki biri “ben kimim” diye sorduğunda kendi eylemleriyle sorunun cevabı kendi içinden doğacak ve gerçek kimliğine kavuşacaktır. Diğer kimlikler ve söylemleri çocukların bu benim Köşem yer kapması ve benim babam senin babanın döver çekişmesinden ve cahillerin birbirine çiş atmasından öteye geçmez.
Şu gök kubbenin altında kendi kendine çalışan hiçbir varlık yok. Herkes bu ilahi yapının çalışanı. Ancak her insan kendi hesabına çalışır gözükmekte.
Bebeklikle başlayan ve ihtiyarlıkla sonlanan bir ömür. İhtiyar sözcüğü yaşlı anlamı yanında cüz’i iradesi elinde olan anlamındadır. Okullarda öğretmişlerdi ya “köyleri muhtar ve ihtiyar heyeti yönetir” İşte kendi mahallesinde muhtariyet kazananlar, gerçek kimliklerini içinde bulundukları idare ve iradeye kabul ettirenler kendi iradeleri ile kendi geleceklerine yön verirler. Tabi ki bu yön veriş doğa-ilahi ve idari kuralar çerçevesinde gerçekleşir. Bu yapılanmadan medeniyet ve yüksek kültürel bilinç meydana çıkar ve tüm katılanları kendilerini güven içinde hissederek yaşarlar.
Bundan 100 yıl önce, verdiği kurtuluş mücadelesi sonucu hak kazandığı Lozan Antlaşması ile kendi eylemleri ile kendi idaresini ve iradesini eline alan Türk Milletini oluşturanlar geçen süreçte, devletin bekasını sağlayan yasaları tanımayarak yüz yıl boyunca imparatorluktan ulus devlete dönüşün gereği bir kimlik kazanmaya çalıştılar.
Bu kimlik imparatorluk tecrübesi olan milli irade ve adı da yaşadığı yerin adı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti konarak bu idarede yasayan herkes de hangi din veya milletten olursa olsun Türk addolunur denilmiş ve Türk öğün çalış güven denilerek çağdaş uygarlık seviyesini hedef alan bir yeniden varoluş, diriliş hedeflenmiş ve başarılı da olunmuştur.
Bu devletin ve hedefin oluşmaması için de Kurtuluş Savaşı öncesi emperyalist devletlerin hedefleri doğrultusunda menfi propagandaları ve parası ile güç kazanarak ırk veya din temelli çalışanlar da vardı.
Kurulan Cumhuriyete aidiyet sağlamayan bu düşüncedekiler yönetim içinde iktidar olarak ne olduklarını ve yapacaklarını yaşayıp yaşatarak gösterdiler. Bu süreç ağır bedelli geçse de Türkiye Cumhuriyeti kimliğinin yüksek iradesi ifade edilen kimlikte olanları hoşgörü ile karşılayarak varlığını devam ettirmededir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi “Artık Batı müdahaleciliği sona erdi. “Bir asır önce yapılan hataları bir daha yapmayacağız, gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasi ile yöneteceğiz” dedi. Türkiye Cumhuriyetindeki ırkçı bir parti genel başkanı da “biz barış istiyoruz, devlet adım atsın” dedi. Irkçı gözüken bir parti başkanı da kabul etti. Büyük devletlerin etkisi yerdeki karıncayı dahi etkilemede.
“İnsanın ana vatanı çocukluğudur” derler. Bazıları da “insan doğduğu yere değil de doyduğu yere bakar” derler. Bu sözü duyduğumda insan it mi ki doyduğu yere baksın; Kimliği, çocukluğu olmayan bir yerde nasıl aidiyet sağlayabilir ki diye tepki vermiştim.
İt ki insana yakın olan kurdun ehlileştirilmesiyle hem hasetliğin hem de sadakatin sembol olan insanın evcilleştirdiği bir canlı. Davar da güder, bekçilik de eder, insan ile birlikte en elit yerlerde bulunarak yoldaşlık da ama önündeki yalı almaya kalkıştığında sahibini dahi dalar. Hoşt desen de yalanacak kapı kapandığında yal yediği kapı önünde dolanmaya başlar. Devlet Kültürü Cumhuriyete sadakat gösteren hiç kimseyi dışarıda bırakmamıştır.
Geçen yüz yılda Yüce Cumhuriyet Anadolu Çınarı gibi kök budak salıp büyük bir ağaç olarak gölgesi yurdu aşar konuma ulaştı. Emperyalist devletlerin her türlü oyunlarına karşılık büyük bedeller vererek “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi ile içindeki farklılıkları insanlık ülküsünde bir olma yolunda eğiterek yaşamına devam ettirmektedir. Hayat ve zaman en büyük öğretmen olarak bunu tarihin sayfalarına katmada.
İnsanın ana vatanı çocukluğudur derler. Çocukluğunu ihtiyarlığa çevirmek de insanın elinde. Herkesin de bunu başaracağı veya böyle olması beklenemez.
İnsanların hepsi can taşır. Bazısı da cam. Canlılığın gereği olarak da her türlü davranışı gösterir. Ancak örgütlü olunduğunda artık bireyselliği kalktığı için canının istediğini yaparak camları kırarak hayvansal kalma hakkı yoktur. Böyle yaparım derse de... Der ve bedelini ödeyerek varoluştaki yerini bulur. Hayat da her şartta var oluşunu sürdürür.
