ŞAİR EŞREF

Nedendir bilinmez (ya da çok iyi bilinir), bugünlerde sıklıkla Şair Eşref’i hatırlıyorum.
Şair Eşref, Tanzimat sonrası dönemin en önemli hiciv şairlerinden biri. Asıl adı Mehmet Eşref Paşa. Kesin olmamakla birlikte 1847 yılında, Manisa'nın Kırkağaç ilçesi, Gelenbe Mahallesi’nde doğmuş. II. Abdülhamid döneminin o çok ağır baskıcı, hak, hukuk, adaletten uzak yıllarında, dönemin siyasi ve toplumsal çalkantılarına karşı sivri diliyle muhteşem hicivler yazmış. Son derece kıvrak zekası, keskin anlatımı, korkusuz ve sıklıkla küfürlü üslubuyla bilinen bir Osmanlı Bürokratı. Yaşadığı dönemde, bürokrasideki yozlaşmaya karşı yazdığı toplumsal taşlamalar gerçekten eşsiz.
Babası saygı duyulan bir din adamı olan Usulizade Hafız Mustafa Efendi, annesi hafız ve şair olan Arife Hanım, büyük babası Türk alim ve matematikçilerinden Gelenbevi İsmail Efendi. Oldukça iyi eğitim almış, Arapça, Farsça, Ermenice, Fransızca bilen, özel matematik ve tarih dersleri alan ve mezuniyetinden sonra önce Manisa Valiliğinde mal müdürlüğü, daha sonra çeşitli yerlerde kaymakamlık yapmış bir devlet adamı. O sebeple de devletteki yozlaşmayı çok rahat görüyor, üzülüyor ve kızıyor. Gördes Kaymakamlığı sırasında tanık olduğu yolsuzlukları hicveden yazıları yüzünden bir süre hapis cezasına çarptırılmış. Daha sonra, keskin dilini tutamayacağını bildiği için yurtdışına kaçmak zoruna kalmış.
Yıllar sonra, II. Meşrutiyetin ilanı üzerine yurda dönmüş, bazı mizah dergilerinde baş yazarlık yapmış. Kaymakamlık ve vali yardımcılığı görevleri devam etmiş.1909 da emekli olup Kırkağaç’a yerleşmiş.1912 de hayatını kaybetmiş.
Soylu bir aileye mensup olmasına rağmen, şiirlerini, taşlamalarını halk diliyle yazmış. Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın etkisinde kalmış ama dildeki sadeliğiyle onlardan ayrılmış.
Özellikle “Deccal” adıyla bilinen eseri, dönemin otoritesini çok başarıyla hicveden ağır bir taşlama.
Şair Eşref, döneminin yolsuzluklarını, adaletsizliklerini ve baskıcı yönetimini çok zekice bir alayla hicvetmiş, sürgün ve baskılara rağmen asla bildiğini okumaktan geri durmamış. Hazır cevaplığı, anlatmak istediği yöneticiyi; çok kısa beyitlerle yerden yere vurması dilden dile dolaşmış.
Servet-i Fünûn dönemi şairi olan Süleyman Nazif’e; Şair Eşref ile Nef’i arasındaki farkın ne olduğunu sormuşlar. Süleyman Nazif: “Nef’inin yüz beyitle göklere çıkardığı bir adamı, Eşref bir beyitle yerin dibine sokar” demiş.
İzmir’in ilçelerinden birinde kaymakamlık yaparken, İzmir valisi Kâmil Paşa, kaymakamlığı denetlemeye gelmiş. Eşref Paşa’yı bir eşeğin üzerinde, ilçede gezerken görmüş ve oldukça alaylı bir tavırla;
– Aman dikkat et Eşref, eşek seni düşürmesin! demiş. Eşref Paşa’nın cevabı muhteşem:
– Meraklanmayın paşam, eşek kâmildir.”
Kaymakamlık yaptığı bir ilçede kaymakamlık hizmet binasının çatısının sürekli akmasından şikayetçi olmuş ve üst makamlardan çatının tamir edilmesini istemiş. O yıllarda da devletin hazinesindeki paranın kimlere gittiği bilinmediğinden ve toplanan onca vergiden halka hizmete hiç para kalmadığından, nasıl yapılamayacağına gerekçe bulmaya çalışan üst yönetim, ipe un sermek için çatının neresinin aktığı sormuş. Yapmaya çalıştıklarını çok iyi bilen Şair Eşref’in cevabı: “Devletin muslukları dışında her yer akıyor.”
Bu ara en sık hatırladığım taşlamaları şunlar:
II. Abdülhamit için yazdığı hiciv:
“Besmele gûş eyliyen şeytan gibi,
Korkuyorsun “Höt” dese bir ecnebi.
Padişahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi.”
“Asiyab-ı devleti bir hâr da olsa döndürür.” (Devlet çarkını bir merkep olsa da döndürür.)
Bir başka şiirinde de Abdülhamit’e şöyle sesleniyor:
“Ey pâdişâh-ı âlem, düşman mısın zekâye?
Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın,
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Hayf eylerim yakında Kuran’ını kaldırırsın.”
Mısır Osmanlı’dan kopunca şu dörtlüğü yayınlamış:
“Vakt-i fırsat gözetir sahib-ı cihan, Tutar elbette elinden kaçanı
Gene sahip olur inşallah, Mısır’ın kaldı elinde koçanı”
Bahriye nazırı Hasan Paşa için yazdığı taşlama:
“Şu bizim nazır-ı Bahriye Hasan Paşa’yı
Böyle tarif ediyor vak’anüvisan-ı ümem
Gelecek olduğunu bilse idi neslinden
Almadan Hazret’i Havva’yı boşardı Adem”
İdare için yazdığı:
Gördüğüm rüya mı bilmem başka bir âlem midir,
Arz-ı envâr-ı hakikat şevk-i câm-ı cem midir?
Bir oyuncak oldu etfâlin elinde memleket,
İş bilen yok mu, bilenler yoksa hep sersem midir?
(Gördüğüm rüya mı bilmem başka bir âlem midir,
Hakikatin nurlarını arz etmek, birlik kadehinin coşkusu mudur?
Memleket çocukların elinde oyuncak oldu
İş bilen yok mu, bilenler yoksa hep sersem midir?)
Meşhur Deccal’inin şu bölümü de çürümüş toplumu çok net anlatıyor:
Budur adl-i ilâh, pâyidar olamaz zâlim
Gelir elbette galib bir takım cellâda Deccâl'im
Almayan akmaz, alan hâl-i âinâyandır bunu
Bir alan bir almayan adam pîmandır bunu
Mezâlimden serâser olmadı gitti vatan hâli
Deccâl'in sebeb-i zuhurudur bu hâl-i mel'ûnî
(İlâhî adalet işte budur: zalimler asla kalıcı olamaz.
Bir gün mutlaka güçlü bir cezalandırıcı gelir; işte ben, o Deccal’im.
Rüşvet almayanın işi yürümez; rüşvet alan ise toplumun aynası gibidir.
Alan da almayan da pişmandır.
Yapılan zulümler yüzünden vatanın hali bir türlü düzelmedi.
Bu lanetli hal, Deccal’in (yani benim) ortaya çıkış sebebidir.)
Ölmeden önce mezar taşına aşağıdaki dörtlüğün yazılmasını vasiyet etmiş:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi,
Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
(Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi,
Ademoğlunun kötülüğünden gözlerim öyle yıldı ki
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.)
Ve ne olmuş biliyor musunuz? Bu vasiyetine rağmen mezar taşı iki kez çalınmış… Mezar taşı çalındıktan sonra, yerel yetkililer tarafından yerine yeni bir taş yaptırılmış ve üzerine yine aynı vasiyet dizeleri işlenmiş.
Keşke Şair Eşref’in yaşadıkları geçmişte kaldı diyebilsek ama, her şeye rağmen, o günlerin de geleceğine inancımı korumak istiyorum.
