Ezberlere Mahkûm Olmak…

Yaşam organiğimizin gelişimine dayanak olan uyarıcı çeşitlilikler, elastik formuyla kimliğimizle değiş tokuş fırsatı sunar. Bazen görkemli ilerleyişler, bazen de özgün karşılaşmalar bu uyanışı tetikleyebilir-ya da hiç gerçekleşmeyebilir.
Bir film izlediğimizde, bir tiyatro oyunundan sonra ya da etkileyici bir kitabı okurken; zihinsel ve ruhsal olarak yeni çağrışımlara maruz kalırız. Bu etkileşim, bazen beklenmedik bir olayla da tetiklenebilir. Sonrasında yeniden oturur, içsel analiz yaparız. Dünyanın estetiği, anlamı-ya da anlamsızlığı-üzerinden yazgımızı yorumlamaya girişiriz. Tüm edebi, sanatsal ya da kültürel karşılaşmalar bizi yeni değerlere yönelmeye niyetlendirir.
Birkaç yıl önce Jean Baudrillard’ın “Kötülüğün Şeffaflığı” kitabını okurken, o güne dek öğrendiklerim üzerinden bir aldatılmışlık duygusu yaşadım. Dolaylı olarak da ezberlere mahkûm edildiğimi hissettim. Şaşkınlıkla “bu kadarı da olmaz” ya da “mümkün değil” dediğimiz şeylerin, aslında bir hatadan değil; bize öğretilmiş bir mantığın sonucu olduğu düşüncesi zihnimi yer yer pıhtılaştırdı. Çünkü Baudrillard, bu fenomen denemesinde bizi büyüleyen birçok göstergenin yalnızca bir görüntüden ibaret olduğunu ileri sürüyor. Her bilinenin sorgulanması gerektiğini hissettiriyor.
Baudrillard, güncel durumu nitelendirirken, göklere çıkarılan model yerine başka bir modelin kıssadan tercih haline gelebileceği ihtimalini yansıtıyor. Örneğin üretici güçlerin özgürleşmesi söz konusuysa, aynı anda yıkıcı güçlerin de özgürleşmesi mümkün hale gelir. Çünkü öz eleştirinin sınırında yer alan eleştirel ivme durdurulamaz. Bu yüzden “modern yaşamda” değerlerin şeffaflığı ya da netliği çoktan belirsizliğe mahkûm olmuş; gerçek değerlerin varlığı tehdit altına girmiştir. Üstelik piyasaya sürülen birçok yapay değer birbirine dolanarak adeta metastaz yapmaktadır.
Baudrillard’a göre güzel ya da çirkin, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış aynı kökten beslenir. Yani güvenli ve korunaklı dediğimiz akış her an rayından çıkabilir. Bu ilişkiler ağında “ideal” olarak sunulan hâle ulaşmak ya da kendini aşmak, sıfır derecesinde kalabilir.
Farkında mıyız? Garip bir şekilde bir küreye oturtulmuş hayatı doğrusal hâle getirmeye çalışıyoruz. Diğer yandan, birbirinin benzeri çokça değer üretildiği için duyularımız hakiki olanı ayırt edemiyor. Yani “hızla çoğalan, aşırı şişen ama doğurmayan bir dünyanın bulantısındayız.” Tüm bunların etkisiyle güncel, gerekli ve özgün yaratıcılık ciddi biçimde yaralanıyor.
İnsan, kendi kontrolü dışındaki olana düşman edilirken; kendini aşan, kendinden farklı her türlü zekâ ve üretkenliği dışlar hale geliyor. Tasarlananın dışına çıkmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu paradoks, olumsuzluk ve lanetli enerjinin yayılmasını engellemiyor. En basit konuda “olumsuzlama” söz konusu olduğunda bile kitleler halinde buluşuyoruz.
Belki de biz, dünyayı gözlemek, dinlemek ve onu görmek için geldik hayata. O hâlde kendi varlık nedenimize fazla anlam yüklüyoruz? Zihnimize enjekte edilen yapay önbellek, objektifliğimizi sarsıyor, dolayısıyla etrafa ve insanlara radyoaktif sübjektiflik salınıyor.
Her türlü bireysellik ve toplumsallık, “Hüzün virüsü”nün etkisine girerken; aşırı arınmış bir dünya inşa etmek hiç de kolay değil. Modern sanallıkta, “hiç düşünmeden etkilenmeyi sevmişken; her şeyin ikircikliliği ve tersine çevrilebilirliği” bu denli mümkünken, mutlak mükemmellik beklemek şaşırtıcı.
Farkında olmadan Makyavelci olduk galiba. Bu yüzden yapabileceğimiz iyileştirmeler de sınırlı artık. Düşler, duygular, sevmeler, saygılar, risk almalar istikrarsızlaştı. Belki de Baudrillard haklıydı: “Her özgürleşme, devamında iyilikle kötülüğü eşit etkiledi. Çünkü kötülük, lanetli pay gibi, kendini harcayarak yeniden üretir.”
İşte bu yüzden “tarih, tarih varken anlaşılır kılınmalı.” Vaktinde, zamanında suça suç, tehlikeye tehlike denmeli. Unutmamalıyız: “İnsanlık dışı olan ve kötülük ilkesinden yana her tavır, bütün değerler sistemi tarafından reddedilmiştir.” Irkçılığın, sefaletin, sahteliğin, taklidin, ötekileştirmenin sona erdiği anla bağ kurmalıyız.
Hümanist erdemleri ve sempatinin etkin olduğu yaşam biçimini baş tacı etmeliyiz. Sırlarımız, anlatamadıklarımız ve umut ettiklerimiz; aşkın, kaynaşmanın ve anlayışın etrafında kendi ateşini yakmalı.
Dünyanın sırrı belki de yalnızca “kendini bilmek” değil, ötekini bilmektir…
Kaynaklar:
Baudrillard, J. (1992). Kötülüğün Şeffaflığı
Baudrillard, J. (1991). Simülakrlar ve Simülasyon.
Debord, G. (2014). Gösteri Toplumu.
Adorno, T. & Horkheimer, M. (2000). Aydınlanmanın Diyalektiği.
Han, B. C. (2020). Şeffaflık Toplumu.
Alıntılamalar:
Baudrillard, J. (1992). Kötülüğün Şeffaflığı:
