Bilmek, Tanımak ve Olmak: Tevhid’in Bilinçle Bütünleşen Yolu

Bilme ve tanıma, insanlarda ve tüm hayvanlarda doğuştan olan bir yetidir. Bu da beslenme, barınma ve üreme temelinde diğer varlıklarla iç içe yaşamdan çıkan bir eylemdir. Kendilik bilinci ve dil düşünce bağlamı ile insan hayvandan ayrılır.
Gündelik dilde bilmek, bir şeyi farkında olmak, tanımak, anlamak ya da bilgi sahibi olmak anlamına gelir. Bu bilmeler simgesel düşünme değil duruma göre davranış olarak tanımlana bilir.
Hayvan için tanımak, bedensel tepkidir; tanır ve ona göre davranır. İnsan için tanımak, anlamaktır. Tanımının ötesine geçer, ilişkisini kurar, isimlendirir, bağlamlandırır, değer ve mana katar. Bu katkısı ile de varlıktaki konumunu belirler. Mesela bu benim annem, rakibim, büyüğüm gibi.
Bilmek, her zaman duyu ya da akıl yoluyla değil, tecrübe, sezgi, içgörü ya da yaşantı yoluyla edinilen bir farkındalıktır. Tasavvuf, Zen Budizm ya da mistik geleneklerde bu anlamdaki bilme daha çok varoluşsal bir deneyimdir.
Dünyayı kelimelerle, sembollerle, soyutlamalarla tanırız. Bunu da kavramlar yolu ile yaratılışla aramızda kurduğumuz ilişki sayesinde başarırız. Düşünce de bu kavramlar arasındaki ilişkiden yani tevhid etmeden çıkmaktadır. Bildiklerimizi eylemlerimizle tevhid edip yaşamla birleştirmediğimiz taktirde ilişkilerimizde hasara sebep oluyoruz. O nedenle bir yerde bilmemek bilmekten iyi.
Kelimelerle, kavramlarla tanıyıp bildiğimiz varlığa eylemlerimizle yaşayarak müsbet veya menfi bir değer oluştururuz. Bu da, bir olan yaşamı iyi kötü – doğru yanlış diye tanımlamamıza neden olmaktadır. Bu değerlerin, doğrunun, yanlışın, yersizliğin kaynağının kendimiz olduğunun, farkına vardığımızda başka bir bilinç seviyesine geçmiş olacağız.
Niyazi Mısri “lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azâp, Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi.” Diyerek çektiğimiz azabın kaynağının kendimiz olduğumuza dikkat çekmiştir.
Tevhid birlemek demektir. Amaç olmazsa birlik de olmaz, amaca da ulaşamayız. Dolayısıyla varlığa ait bilgiyi amacımız doğrultusunda kendimizde kendimizle birlememiz gerekir. Neyde birleyeceğiz? Her şeyi kapsayan ve herşeyin hayat bulduğu ilahi olanda birleyeceğiz. Ancak parçaların ve cinslerinin de uyumu ve amaca hizmet etmesi gerekir ki birlik ola aksi takdirde birlik değil çokluk olur. Yani bizim düşüncemiz kalıplı sınırlı olduğunda birliği sağlayan değil ayrıştıran oluruz. Çokluğu birlemek veya yönetmek de bilene, sahip çıkana düşüyor. Bu da fedakarlık ve feragat gerektirir.
Harfleri hecelerde, heceleri kelimelerde, kelimeleri cümlede, cümleyi parağrafta, parağrafı metinde, metni kitapta kitabı da manada birleyeceğiz ki ikilik kalkıp birlik ola. İnsan, yaşamına mana katmakla hem birleştiren hem de ayrıştıran konumdadır. Dolayısıyla birlik mayası katmadan da birlik olmaz.
Tevhid’in zıddı kesret yani çokluktur. Çokluk olmadan tevhid, tevhid olmadan da çokluk olmaz. Bunlar bireyin konumu ile bakış açısı ile düşünce dünyamız ile var ettiklerimiz kavramların zihinsel etkisidir. İnsan yoksa hayat bilinip tanınmaz. . Dünyada, hayattan-yaşamdan başka bir şey yok. Yaşamın da ne amacı ne iyisi ne de kötüsü var. Tanıma bilme ve olma, içinde bu duygu ve düşünceleri taşıyana ait görev ve sorumluluktur.
Her şeyi bilmemiz söz konusu olamaz ama bildiğimiz kadarı ile güneş sistemimiz birlik halinde hareket ediyor olmasının etkisiyle içinde hayat bulduğumuz yaşam formatını doğurmuştur.
Bunun ucu bucağı veya bilineceği yok ki her an yeniden üretiyor. Kuranı kerimde bu durum “her an yeni bir iş – oluş üzeredir” olarak ifade buyurulmuştur. Kendimiz dahi bu değişim ve dönüşümden ayrı değiliz. O nedenle peygamberler ve ergin filozoflar önce kendini bil demişler. Kendini bilirsen bileni bilirsin. Yunus Emre: “Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı güreşip basamadım gövündürdü özümü” der. Yani nefsi-kişiselliği ile girdiği tanıma bilme ve olma mücadelesini anlatır.
Peygamberimiz ‘yarabbi ben seni bilmekle bilemedim’ diyerek bilenin bilinmezliğini. Hz Ali efendimiz de ‘bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ diyerek bilgiyi eylemlemenin önemini vurgulamıştır.
Bilmekle bilinmiyorsa nasıl bileceğiz? Bizi hedefe götürecek, salahiyete çıkartacak eylemlerimizle. Böylece bilinen ve bilen eylemde yaşam bularak bilinç doğar. Bilinç, insanın kendi eylemiyle kendi varlığı üzerine düşünebilmesidir. İnsan bu ışık ile varlığın hakikatine erer.
Tevhid İslam düşüncesinin temelini oluşturan ve "Allah’ın birliği"ni ifade eden inançtır. Kelime olarak "birlemek" bir olmak, anlamındadır.
Olmak: Kabul etmek ona kab olmak; onu tüm renk ve şekillerinden-yargılarından soyunarak soyutlanıp o olmak, donmak değil, oluşla olmak, onda yaşamaktır., Yunus der ki: Hiç şek değil o benimdir, ben onunum, Ben ne der isem dost tutar, dost dediğin ben tutarım diyerek konuyu özetlemştir.
İslam’da tevhid sadece Tanrı’nın bir olduğunu söylemekten ibaret değildir; aynı zamanda O’nun zatında, sıfatlarında, fiillerinde ve hükmünde hiçbir ortağının bulunmadığını bilmek, kabul etmek ve salih amellerle, eylemlerle tanıyıp olmaktır. Kısaca teslim olmaktır. Aksi takdirde şirk(ortaklık) olur.
Vahdet-i Vücûd yani varlığın birliği anlayışında tevhid: inancın, inananın ve varlığın eylemsel birliği ve tekliği, yek vücut olmak demektir. Bilinenlerin uygulanması yaşamı üretiyor, yaşam da tanıma ve bilmeyi. Bu bağlamda ilahi gücün oluşturduğu varlık ve eylemler insandaki düşüncede köklenmektedir.
Tevhid, insanın doğanın gören gözü, duyan kulağı, söyleyen dili ve tutan eli olduğunun bilinciyle yaşaması, hikmet görmesi, hikmet olması demektir. Bu da adalet ve tevazu ile davranmasını gerektirir.
Şirk, varlığa ortak koşmak demektir. İsim ve resme takılarak olaylar arasındaki bağlantıyı kopararak ön yargılı olmak, ideolojik ve bireysel bakışlarla olaylar arasındaki bütünselliği bozmak, kendini ve varlığı anlayamamak; bu nedenle de ilahi birlikten koparak huzursuz olmak demektir.
Tevhid, sadece bir inanç ilkesi değil, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi ve insanın varlığa olan vazifesidir.
Bilgi eylemlerle tasdiklenmedikçe tamamlanmamış veri olur. Eylemde olmayan tevhid düşüncesi hayal ve mavaldan öteye gidemez, şirkten ayrılmaz.
Bilmek, insanın kendini ve varlığı bir bütün olarak fark etmesi; tanıması; olmak ise o farkındalığı ilişkiye dönüştürerek bu ilişkiyi eylemle kendi bilincinde birliğe taşımasıdır. Tevhid, bu sürecin hem amacı hem de yoludur.
