24 TEMMUZ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN MÜCADELE GÜNÜ

Bugün 24 Temmuz, Türkiye’de “Basın Bayramı” ya da daha yaygın adıyla “Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü” olarak bildiğimiz gün.
Osmanlı’da II. Meşrutiyet 23 Temmuz 1908’de ilan edildiğinde, 1876’da yürürlüğe girip kısa sürede askıya alınan Kanun-ı Esasi (ilk Osmanlı Anayasası) yeniden yürürlüğe konmuş ve Meclis-i Mebusan tekrar açılmıştı. II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nda anayasal ve parlamenter yönetime geçiş yeniden başlamıştı. O tarihe kadar sansür memurları gazetelere gelir, basılacak örneği alır, onaydan geçen şekliyle basıma izin verirdi. İşte 24 Temmuz 1908’de sansür memurları gazetelere sokulmadı ve ertesi gün İstanbul’daki gazeteler sansürsüz basıldı. Bu adım, “İstibdat Dönemi”nin sona ereceğinin bir simgesi oldu.
1948 yılında: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, bu olayı “Basın Bayramı” ilan etti. 1971’de 12 Mart Muhtırası sonrası “bayram” vurgusu kaldırılarak “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” adı benimsendi. Bu önemli gün, her yıl etkinliklerle anılıyor ve 1989’dan bu yana özgürlüğü savunan birey ve kurumlara ödül verilerek basın özgürlüğünün değerine vurgu yapılıyor.
Yaşadığımız günlerde “Sansür ve Basın Özgürlüğü” ağlanacak durumda.
RSF (Sınır Tanımayan Gazeteciler)’in düzenlediği 2025 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre; Türkiye 180 ülke arasında 159. sırada. 2024’te 158. sıradaydı, hızla kan kaybediyor. Üstelik RSF’nin listesinde, “Çok ciddi baskı altındaki ülkeler” kategorisinde yer alıyoruz. Özellikle siyasi baskı, ekonomik bağımlılık, davalar ve fiziksel şiddet akıl almaz derecede arttı.
2025 yılı başında soruşturmalara yenileri eklendi, tutuklama ve gözaltılar acımasızca ve mantıksızca devam etti; Ocak’ta en az 9 gazeteci gözaltına alındı, 6'sı mahkûm edildi, 23 soruşturma başlatıldı. Mayıs 2025 itibarıyla TGS’ye göre 18 gazeteci halen cezaevinde. Bu günlerde de bu sayı artmaya devam ediyor.
Freedom House’ın araştırmalarında da Türkiye “Özgür olmayan” ülkeler arasında gösteriliyor.
Dezenformasyon yasası, sosyal medyaya yönelik kontrol ve “ajanlık”la ilişkilendirme gibi düzenlemeler bu akıl almaz düzene daha da anlamsızlık katıyor. Hal böyle olunca doğrudan sansüre ek olarak oto sansür de devreye giriyor.
Eleştirel TV ve radyo kanallarına RTÜK’ün keyfi uyguladığı para cezaları, yayın durdurma, günlerce kapatma, ekran karartma cezaları gibi yaptırımlar özgür basının başında “Demokles’in kılıcı” gibi sallanıyor. Ülkede uluslararası ajanslara da erişim engeli yaşanıyor.
İnternet engeli, sosyal medya içeriklerinin silinmesi, dijital kanalların yavaşlatma ile bloklanması artık sıradan eziyetlere döndü.
Yine Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) raporuna göre medya kuruluşlarının büyük bir bölümü ya devletle ilişki içinde ya da ekonomik olarak bağımlı. Örneğin, 2018’de Doğan Medya Grubu’nun Demirören Holding’e satılması, Türkiye’de ana akım medyanın neredeyse tamamen iktidar kontrolüne girmesine neden oldu. “Yandaş medya” tabiri ile kast edilenin ne olduğunu artık her Türk vatandaşı biliyor. Hükümet; ilan ve reklamları bağımsız gazetelerden keserken, yandaş medyaya aktarılıyor. Bu durum bağımsız basını mali olarak güçsüzleştiriyor ve dolaylı bir sansür işlevi görüyor, yani reklam ambargoları ve finansal cezalar, bağımsız yayıncılığı zayıflatıyor. Ne onur kırıcı ki, birçok bağımsız medya kuruluşları bile editoryal çizgilerini sürekli kontrol ediyor ve mümkün olduğunca hükümetin hoşuna gitmeyecek haberlerden kaçınıyor.
Gazeteciler hakkında "terör propagandası", "cumhurbaşkanına hakaret" gibi suçlamalarla davalar açılıyor, polis ya da yargı baskısına uğruyorlar. Polisin haber takibi esnasında fiziksel müdahalesi ve habere engel olunmasıyla ilgili ciddi raporlar var. TCK’da olmayan, örneğin “Cumhurbaşkanını tehdit” şeklinde uydurulmuş bir suç isnadı ile gazetecilere ya da halka mal olmuş kişilere “Düşman ceza hukuku” nun bile daha acımasızı uygulanıyor.
24 Temmuz 1908’in sansürü yıkmanın ve özgür basının doğuşunun başlangıcı olacağı düşünüldü ama yaşadığımız günlerde özgür basın idealine ulaşmanın çok zorlu bir mücadele gerektirdiği de çok açık.
“Basın Özgürlüğü Mücadele Günü”, artık günümüzde, tüm bu baskılara karşı bir uyarı niteliği taşıyor.
Baskılanmış bir basınla toplum doğru bilgiye erişemez. Özgür basın, demokrasi için temel bir yapı taşı. Ancak Türkiye’de bu alan her geçen gün daha da daralıyor. Oysa eleştiri susturulursa, toplum kutuplaşır. Demokrasi sadece kağıt üstünde kalır.
Gözünü budaktan esirgemeden, halkı bilinçlendirmek ve “Haber alma özgürlüğü”nü sağlamak uğruna ömrünü tüketen, bedel ödeyen tüm yayın organları ve basın emekçileriyle gurur duyuyoruz.
Bu mücadele hepimizin, çünkü özgür basın yoksa özgür toplum da yok.
