Türkiye'de koronavirüse karşı alınan tedbirlerin toplumdaki karşılığını Bilgi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ömer Turan ile konuştuk: "Pandemi eşitsiz bir toplumu etkisi altına alınca, sonuçlar da eşitsiz şekilde yayılıyor".
Türkiye'de yeni tip koronavirüs (covid-19) vakaları ve buna bağlı ölümler günden güne artarken, pandemiye karşı alınan tedbirlere de her gün yenileri ekleniyor.
Mevcut durum, vatandaşların yaşam hakkını korumakla yükümlü her devlet gibi Türkiye'yi de sınarken ülkede neredeyse her gün yeni bir ekonomik karar alınıyor.
İnsan yaşamını korumaktan ziyade piyasayı korumaya yönelik bu tedbirler ancak belirli bir zümrede karşılık bulabiliyor.
"Evde kal", "Herkes kendi OHAL'ini ilan etsin" çağrıları dört bir yandan gelirken, dışarıda unuttuğumuz gerçekliği bizlere, zaman zaman sosyal medyada önümüze düştüğünde, zaman zaman da gözaltına alındıklarını öğrendiğimizde "akıllarımıza gelen" yevmiyeli inşaat işçileri, mülteciler, evsizler hatırlatıyor.
Herkesin "etten kemikten olduğunu" hafızalarımıza acı bir tecrübeyle kazıyan bu hastalık bir gün hayatımızdan çıktığında eşitsizliği en saf haliyle görebildiğimiz bu günlerin ders olmasını dileyerek sözü İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Ömer Turan'ın değerlendirmelerine bırakıyorum.
"Pandemi eşitsizlikleri çoğaltıyor"
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de koronavirüs salgını etkisi altında. Her yerde önlemler ve bunların zamanlaması tartışılıyor. Siz Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Virüs herkesi eşit etkiliyor mu?
Şuradan başlayalım. Uzman statüsüyle söz alıp konuşmam doğru olmaz. Ben de herkes gibi, pandemi sürecini ve önlemleri takip ediyorum. Sağlıkçıların meslek örgütlerinden, arkadaş ve meslektaşlarımın yorumlarından ve konuya dair uzmanlığına güvendiğim isimlerin söylediklerini takip ederek öğrenmeye çalışıyorum.
Uzman statüsüyle konuşmam ama politik derdi olan bir sosyal bilimci olarak sürecin eşitsizliği üzerine düşünmek gibi bir sorumluluğum olduğuna inanıyorum. Pandemi bir yandan insanların biyolojik eşitliğini hatırlattı. Britanya’da Prens Charles ve başbakanda çıktı virüs. İspanya’da bir kraliyet ailesi mensubu Covid 19’dan hayatını kaybetti. Yani bakarsanız pandemi insanın tür özelliklerini hatırlatıyor bize.
Ama pandemi eşitsiz bir toplumu etkisi altına alınca, sonuçlar da eşitsiz şekilde yayılıyor. Dahası pandemi eşitsizlikleri çoğaltıyor, eşitsizliğe çarpan etkisi yapıyor. Eleştirel sosyal bilimlere düşen her zaman, toplumdaki ayrıcalıkların, kimilerinin söylediği gibi doğal olmadığı ya da kişisel başarı öyküleriyle anlaşılamayacağını, bu ayrıcalıkların bu eşitsizliğin içinde yaşadığımız sistem tarafından üretildiğini söylemek, bunu hatırlatmak.
"Bağışıklık sertifakası"
Pandemi bir “kast sistemi” mi oluşturuyor?
Salgının mutlaka toplum ve ekonomi üzerine ciddi etkileri olacak. “Kast sistemi” gibi katı hiyerarşiler ortaya çıkar mı şimdiden öngörmek kolay değil. Almanya’da korona virüse karşı bağışıklık sertifikası gündeme geldi.
Virüse bağışıklığı olanlara sertifika verip, onların karantina tedbirlerinin dışında tutulmasını planlıyor. Bir yandan bakarsanız bu plan ne kadar süreceği bilinmeyen sokağa çıkma yasağı ve hareket kısıtlamasının zorluğunu gösteriyor. Ama diğer yandan da dehşet bir öneri, çünkü bağışıklığı olmayanları resmen damgalıyor.
Bu damga her türlü dışlanmayı ve işsizliği de gündeme getirecektir. Steven Soderbergh 2011’de Salgın filmini çektiğinde, bir pandemi durumunda aşıya erişimin nasıl eşitsiz olacağını, insanların aşıya erken ulaşmak için neler yapabileceklerini beyazperdeye taşımıştı. Bugün Türkiye’de gördüğümüz ise teste erişimin müthiş eşitsiz olduğu.
Parası olanlar erişebiliyorlar teste. Kamu hastanelerinde ise semptom gösterenlere bile test yapılamadığı haberleri geliyor. Daha da vahimi, örneğin İzmir Tabip Odası yöneticileri korona virüslü bir hastayla karşılaşan bir hekime bile test yapılmadığını açıkladılar. Zaten 15 Mart’a kadar yapılan test sayılarına bakın, gülünç olduğunu görürsünüz. 15 Mart’a kadar günlük test sayıları 10’un altında. Yeterli olmasa da ciddi sayılabilecek bir test sayısına Türkiye ancak 30 Mart’ta 11 binden fazla test yaparak ulaşabildi. bianet
Türkiye'de yeni tip koronavirüs (covid-19) vakaları ve buna bağlı ölümler günden güne artarken, pandemiye karşı alınan tedbirlere de her gün yenileri ekleniyor.
Mevcut durum, vatandaşların yaşam hakkını korumakla yükümlü her devlet gibi Türkiye'yi de sınarken ülkede neredeyse her gün yeni bir ekonomik karar alınıyor.
İnsan yaşamını korumaktan ziyade piyasayı korumaya yönelik bu tedbirler ancak belirli bir zümrede karşılık bulabiliyor.
"Evde kal", "Herkes kendi OHAL'ini ilan etsin" çağrıları dört bir yandan gelirken, dışarıda unuttuğumuz gerçekliği bizlere, zaman zaman sosyal medyada önümüze düştüğünde, zaman zaman da gözaltına alındıklarını öğrendiğimizde "akıllarımıza gelen" yevmiyeli inşaat işçileri, mülteciler, evsizler hatırlatıyor.
Herkesin "etten kemikten olduğunu" hafızalarımıza acı bir tecrübeyle kazıyan bu hastalık bir gün hayatımızdan çıktığında eşitsizliği en saf haliyle görebildiğimiz bu günlerin ders olmasını dileyerek sözü İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Ömer Turan'ın değerlendirmelerine bırakıyorum.
"Pandemi eşitsizlikleri çoğaltıyor"
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de koronavirüs salgını etkisi altında. Her yerde önlemler ve bunların zamanlaması tartışılıyor. Siz Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Virüs herkesi eşit etkiliyor mu?
Şuradan başlayalım. Uzman statüsüyle söz alıp konuşmam doğru olmaz. Ben de herkes gibi, pandemi sürecini ve önlemleri takip ediyorum. Sağlıkçıların meslek örgütlerinden, arkadaş ve meslektaşlarımın yorumlarından ve konuya dair uzmanlığına güvendiğim isimlerin söylediklerini takip ederek öğrenmeye çalışıyorum.
Uzman statüsüyle konuşmam ama politik derdi olan bir sosyal bilimci olarak sürecin eşitsizliği üzerine düşünmek gibi bir sorumluluğum olduğuna inanıyorum. Pandemi bir yandan insanların biyolojik eşitliğini hatırlattı. Britanya’da Prens Charles ve başbakanda çıktı virüs. İspanya’da bir kraliyet ailesi mensubu Covid 19’dan hayatını kaybetti. Yani bakarsanız pandemi insanın tür özelliklerini hatırlatıyor bize.
Ama pandemi eşitsiz bir toplumu etkisi altına alınca, sonuçlar da eşitsiz şekilde yayılıyor. Dahası pandemi eşitsizlikleri çoğaltıyor, eşitsizliğe çarpan etkisi yapıyor. Eleştirel sosyal bilimlere düşen her zaman, toplumdaki ayrıcalıkların, kimilerinin söylediği gibi doğal olmadığı ya da kişisel başarı öyküleriyle anlaşılamayacağını, bu ayrıcalıkların bu eşitsizliğin içinde yaşadığımız sistem tarafından üretildiğini söylemek, bunu hatırlatmak.
"Bağışıklık sertifakası"
Pandemi bir “kast sistemi” mi oluşturuyor?
Salgının mutlaka toplum ve ekonomi üzerine ciddi etkileri olacak. “Kast sistemi” gibi katı hiyerarşiler ortaya çıkar mı şimdiden öngörmek kolay değil. Almanya’da korona virüse karşı bağışıklık sertifikası gündeme geldi.
Virüse bağışıklığı olanlara sertifika verip, onların karantina tedbirlerinin dışında tutulmasını planlıyor. Bir yandan bakarsanız bu plan ne kadar süreceği bilinmeyen sokağa çıkma yasağı ve hareket kısıtlamasının zorluğunu gösteriyor. Ama diğer yandan da dehşet bir öneri, çünkü bağışıklığı olmayanları resmen damgalıyor.
Bu damga her türlü dışlanmayı ve işsizliği de gündeme getirecektir. Steven Soderbergh 2011’de Salgın filmini çektiğinde, bir pandemi durumunda aşıya erişimin nasıl eşitsiz olacağını, insanların aşıya erken ulaşmak için neler yapabileceklerini beyazperdeye taşımıştı. Bugün Türkiye’de gördüğümüz ise teste erişimin müthiş eşitsiz olduğu.
Parası olanlar erişebiliyorlar teste. Kamu hastanelerinde ise semptom gösterenlere bile test yapılamadığı haberleri geliyor. Daha da vahimi, örneğin İzmir Tabip Odası yöneticileri korona virüslü bir hastayla karşılaşan bir hekime bile test yapılmadığını açıkladılar. Zaten 15 Mart’a kadar yapılan test sayılarına bakın, gülünç olduğunu görürsünüz. 15 Mart’a kadar günlük test sayıları 10’un altında. Yeterli olmasa da ciddi sayılabilecek bir test sayısına Türkiye ancak 30 Mart’ta 11 binden fazla test yaparak ulaşabildi. bianet