ANASAYFA arrow right Güncel

Z kuşağı, müfredatın dayattığı kalıplarla uyuşamıyor

Z kuşağı, müfredatın dayattığı kalıplarla uyuşamıyor
YAYINLAMA: 24 Haziran 2025 / 13.51
GÜNCELLEME: 24 Haziran 2025 / 13.51

Öğretmenler ise ölçme ve değerlendirme yükü altında eziliyor

Bir eğitim-öğretim yılı daha sona erdi. Törenlerde dağıtılan karneler, yapılan vedalar, öğretmenlerin yorgun bakışları, öğrencilerin sevinç ve belirsizlik dolu yüzleriyle 2024-2025 yılını geride bıraktık. Peki bu yıl, eğitimde neleri başardık? Daha da önemlisi, neleri yine başaramadık?

Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) istatistiklerine bakarsak başarı oranları artmış, ders kitapları eksiksiz dağıtılmış, öğretmen atamaları yapılmış gibi görünüyor. Ancak sınıfın içinde yaşananlar resmi verilerle örtüşmüyor.

Öğrenciler derslere olan ilgilerini kaybetmiş durumda. Z kuşağı, müfredatın dayattığı kalıplarla uyuşamıyor; öğretmenler ise ölçme ve değerlendirme yükü altında eziliyor. Okulun, merak duygusunu destekleyen bir yer olmaktan çok, sadece sınava hazırlayan bir kuruma dönüşmesi ise en büyük kırılma noktalarından biri.

Kırsaldaki bir okul ile büyük şehirlerdeki özel okullar arasındaki uçurum bu yıl daha da görünür hâle geldi. Dijital imkânlar, rehberlik hizmetleri, sosyal etkinlik olanakları gibi konularda yaşanan eşitsizlikler, fırsat eşitliği ilkesinin yalnızca bir slogan hâline geldiğini bir kez daha gösterdi. Öğrenciler doğdukları coğrafyanın kaderine mahkûm edilmemeli; ancak eğitim sistemi bu kaderi değiştirecek eşitlikçi adımları atmaktan hâlâ uzak.

Bu yıl, öğretmenlerin mesleki itibarı açısından da sancılı geçti. Öğrenci ve veli baskısı, sosyal medyada öğretmenlere yönelik itibarsızlaştırıcı paylaşımlar, atanamayan öğretmenlerin sayısının artması ve geçim sıkıntısı; öğretmenliği "idealizm"den "tükenmişliğe" savurdu. Öğretmenlerin söz hakkının kısıtlandığı, eğitim politikalarının merkezinde yer almadığı bir sistemin kalıcı başarı üretmesi mümkün mü?

Bu yıl da öğrenciler test kitaplarıyla boğuştu, deneme sınavlarıyla yarıştı, üzerlerine her gün biraz daha stres yüklendi. Ezberlediler, kodladılar, puanlar ve sıralamalar uğruna sosyal hayatlarından, çocukluklarından, hatta bazen kimliklerinden bile vazgeçtiler. Fakat şunu sormadık: Bu çocuklar gerçekten düşünebildi mi? Kendi fikirlerini özgürce ifade edebildiler mi? Sorgulamanın, eleştirmenin, farklı bakış açıları geliştirmenin değer gördüğü bir ortamda mı yetiştiler, yoksa sadece “doğru cevap A şıkkıdır” ezberinin hâkim olduğu bir sistemin içinde mi kaldılar?

Sanatla, müzikle, felsefeyle, doğayla, tarih ve kültürle temas edebildiler mi? Yoksa tüm bu alanlar “gereksiz” görülüp müfredatın kenarına mı itildi? Oysa eğitim yalnızca akademik başarı üretmek değil, insanı bütün yönleriyle geliştirmekle ilgilidir. Kalem tutan eller aynı zamanda resim de çizebilmeli, sözlü ifade becerileriyle hayata dair sorular sorabilmeli, yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabasında desteklenmelidir.

Ancak ne yazık ki eğitim sistemi, bireyin içindeki cevheri keşfetmesine olanak tanımak yerine, onu belirli kalıplara sokan bir yarış parkuruna dönüşmüş durumda. Her öğrenci aynı hızda koşmak, aynı hedefe yönelmek ve yalnızca bu şekilde başarılı sayılmak zorunda bırakılıyor. Bu yarışta geride kalanlar değil, aslında hepimiz kaybediyoruz. Çünkü farklılıkları zenginlik olarak değil, “engel” olarak gören bir anlayışla; yaratıcılığı, düşünme becerisini, ahlâki gelişimi ikinci plana itiyoruz. Oysa gerçek eğitim; merak eden, sorgulayan, hisseden ve üreten bireyler yetiştirmeyi hedeflemelidir. Bu hedeften uzaklaştıkça, eğitimin anlamı da yavaş yavaş silinmektedir.

Ne yapmalı?

2025-2026’ya hazırlanırken yalnızca takvimlerin değişmesi yetmez; eğitim anlayışımız da köklü bir dönüşüm geçirmelidir. Eğitimi sadece sınav başarılarına, not ortalamalarına ya da istatistikî verilere indirgemek, insanı göz ardı eden bir yaklaşımdır. Yeni dönemde; öğretmeni merkeze alan, mesleki saygınlığını koruyan ve destekleyen, öğrenciyi sadece dinleyen değil, aynı zamanda anlayan bir sistem kurulmalıdır. Köydeki bir çocukla şehirdeki bir çocuğun eğitime erişimi, olanakları ve hayalleri eşitlenmediği sürece fırsat eşitliği bir temenniden öteye geçemez. Eğitim politikaları teknolojiye yatırım yaparken, aynı oranda insan ilişkilerine, değerler eğitimine, duygusal ve sosyal gelişime de yatırım yapmalıdır. Çünkü nitelikli eğitim yalnızca bilgiyle değil, sağlıklı bir okul iklimi ve insani bağlarla mümkündür. Aksi takdirde, her eğitim yılının sonunda aynı cümleleri tekrarlar, aynı yorgunlukları konuşur, değişmeyen sorunlarla yüzleşmek zorunda kalırız. Gerçek değişim, anlayışla başlar; şimdi o anlayışı inşa etme zamanıdır. Bianet

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *