Acaba kadın düşmanı mı?

YAYINLAMA: 18 Mayıs 2014 / 20.00 | GÜNCELLEME: 18 Mayıs 2014 / 20.00

Hürriyet’ten Gila Benmayor ile Milliyet’ten Meral Tamer’in köşesinde Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel’in öncülüğünde ve gayretiyle Koç Vakfı Yayınları’ndan yeni çıkan ‘Türkiye’de Hemşireliğin Tarihi’ kitabı ile ilgili tanıtım yazısı hemen ilgimi çekti.

 

12 Mayıs’la başlayan hafta, dünyada Hemşirelik Haftası olarak kutlanıyor.

Semahat Arsel,Hemşirelik Haftası’na armağanı bu kitapla ilgili bilgi verirken bugüne kadar hiç yazılmamış yönleriyle Osmanlı’dan günümüze Türkiye’de Hemşirelik Tarihi’ni öğrenme imkanını buldum.

Modern hemşirelik mesleğinin ilk adımı Kırım Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında atılmış. Aristokrat bir ailenin kızı olan Florence Nightingale, Selimiye Kışlası’ndaki İngiliz yaralıları tedavi etmek üzere 1854’te Türkiye’ye geliyor ve buradaki hasta bakım pratiğini ilk kez yazıya dökerek kayda geçiriyor. İngiltere’ye döndükten sonra da 1860’da ilk hemşirelik okulunu açıyor.   



 

Hayatını Türkiye’de hemşireliğin standartlarını yükseltmeye adamış olan Semahat Arsel’in bir anısını okurken hemen aklıma Sani Ağabey (Konukoğlu) geldi.

Semahat Hanım’ın bir gece ansızın sancılanması ve nefes alamamasıyla başlayan uzun süreçte, karaciğerinde bir rahatsızlık tespit ediliyor ve gerek Türkiye’de, gerekse Amerika, İngiltere ve Japonya’da tam 8 ameliyat geçiriyor. Hastanede yattığı dönemlerde hemşireliğin önemini, iyisiyle kötüsü arasında hasta için hayati olabilecek farkı bizzat kendi üzerinde deneyimliyor: “Yoğun bakımda ölümle kalım arasındayken doktor gidiyor; siz hemşirenin verdiği destekle ya ölüyor ya da kalıyorsunuz. Hastaneye düşmeyen bunları bilmez” diyor.

Tıpkı Sani Ağabey’in, kendi kurduğu vakfın hastanesinin kapısında yazan o çok değerli ve ünlü lafı “Hastane kapısında beklemeyen, hastanenin kıymetini bilemez” gibi.

 

Çektikleri acıları, sıkıntıları başkaları çekmesin diye Türkiye’nin en büyük özel hastanesi Gaziantep’te hastalara şifa dağıtırken, Arsel de, birkaç yıl öncesi bir sohbetinde Gila’ya, “Türkiye’de hemşirelik algısının değişmesine katkım oldu, mutluyum” diyerek hemşirelik eğitimine verilen önem ve algıda pay sahibi olmaktan gurur duyduğunu ifade ediyor.

 

Buraya kadar her şey ne kadar güzel değil mi?

Bir de bundan sonrasını dinleyin…

Gaziantep İl Sağlık Müdürü, Hemşirelik Haftası dolayısıyle bir etkinlikte yaptığı talihsiz konuşmada hemşirelere durup durduk yerde hakaret ediyor.

Hemşirelerin ahlak ve vicdan eksikliği var” diyor!

 

Hakaret eden adamın isminin önünde bol sıfat var: Profesör ve de Doktor… Metin Karakök

Bu hakareti nasıl algılamak lazım, yorumlamakta zorlanıyorum.

Bir dil sürçmesi olabilir mi?

Ahlaksızlar’ sıfatıyla belden aşağı mı sövmek istiyor?

Vicdansız’ demek, ilk haraket kelimesinin yanında neredeyse ‘masum’ kalıyor!

Şimdiye kadar özür dilemediğine göre demek ki hakarette kararlı!

 

Bu kadar eğitim görmüş bir insanın böyle bir laf edebilmesi için ya geçmişinde yaşadığı bir ‘travma’ vardır ya da bizzat şahit olduğu, belki kendisinin dahil olduğu bir olay vardır! Başka nasıl izah edilebilir?

Arkadaşlarla aramızda Metin Karakök’ü tahlil ederken, “Acaba kadın düşmanı mı?” dendi. Ben de, “Ama erkek hasta bakıcıları da var” deyince, “Yok canım, adamın kastettiği kadınlar! Belli ki bir alıp veremediği var!” iddiası karşısında sustum.

 

Son tahlilde, Karakök ayıp etmiştir, o makamı bir gün bile daha işgal etmeyip istifa etmelidir.

Aksi halde kendisine soracağımız başka sorular olacaktır!

 

 

 

 

Acaba kadın düşmanı mı?