Bayrağa saygı

YAYINLAMA: 08 Haziran 2014 / 20.00 | GÜNCELLEME: 08 Haziran 2014 / 20.00

Cumartesi günü teniste sezonun ikinci Grand Slam’i, Roland Garros’da kadınlar finali oynandı.

Ünlü Rus raket Maria Sharapova’nın rakibi Romen Simona Halep’ti. (Ailesi bizim buralardan göçetmiş olmalı!)

Kariyerinin dördüncü Grand Slam’ini kazanan Sharapova, tecrübesi ile henüz genç ama büyük gelecek vaadeden rakibini iki sette mağlup etti.

 

Turnuvanın şampiyonu kupasını aldıktan sonra ülkesinin bayrağı göndere çekiliyor ve milli marşı çalınıyor.

Ruslar’ın bayrağı yavaş yavaş göndere yükselirken kendi bayrağımızı, Türk Bayrağını hayal ettim.

Rusya’da son zamanlarda neler olmadı ki! Ukrayna’yı perişan ettiler, böldüler. Kırım’ı istila ettiler, dünyanın nefretini kazandılar. Ama önceki gün dikkat ettim, Paris’te finalin oynandığı kortta herkes ayağa kalktı ve saygı duruşunda Rus bayrağını seyrederken milli marşlarını da dinledi.

 

Sporda kazanılan başarılar ülkeleri sempatik yapıyor, saygı gösterilmesine zemin hazırlıyor. Yüzlerce milyon insan izliyor Grand Slam turnuvalarını.

 

 

 


 

 

 

Türkiye 24, Almanya 18

 

Mehmet Barlas, Bayar 100 yaşındayken onunla yaptığı bir şöyleşide, Bayar, Atatürk’ün başbakanı oluşunu şöyle anlatmıştı:

“Atatürk’e Başbakan olarak yetkilerimi sordum. ‘Valileri, polis müdürlerini ben tayin ederim, onlara karışma. Büyükelçileri ben tayin ederim, dış politikayı ben belirlerim, ona karışma. Orduda terfileri tayinleri ben yaparım, ona da karışma!..’ dedi.

 

Şimdi 80 yıl sonra ortada Atatürk ile Celal Bayar yok. Başkaları var. Ama ülkeyi yönetme alışkanlığımızda hiçbir şey değişmemiş!

Diyebilirsiniz ki, o zamanın şartları ile şimdi 21’inci asrın şartları aynı mı?

Tabii ki değil!

Ancak, bu uzun denebilecek süre içinde demokrasimiz önemli tecrübeler kazandı. Ülke ihtilallerden geçti, Kurucu Meclisimiz, Senatomuz oldu, koalisyonlar gördük, en önemlisi de şu anda TBMM’de 24’üncü dönem milletvekilleri görev yapıyor. (Almanya Federal Parlamentoda (Bundestag) 23 Eylül 2013’da yapılan seçimlerle 18’inci dönem parlamenterleri görev yapıyor.)

 

Tecrübemiz az değil, ama geldiğimiz noktadan bugün pek farklı gözükmüyor.

 

 

 


Vatansever yazarlar…

 

Kamu borçları yapılandırılıyor ya, bazı köşe yazarları ateş püşkürüyor!

Hürriyet’ten Yılmaz Özdil, çok acıklı bir tablo çizdi. “… Parasını bankaya koyanları inek gibi sağarlar, parasını yurtdışına kaçıranın vergisini silerler. Memleketi soyanlara plaket verirler, namuslu yurttaşların peşine dedektif takarlar, yakasına yapışırlar. Haciz gelmesin diye çoluğun çocuğun boğazından kesip, kıt kanaat taksitlerini ödersin, devlet arazisine gecekondu ayağıyla beş katlı apartman dikene mağdur derler…

 

Radikal’den Cüneyt Özdemir de, “Ben hıyarın tekiyim” diyor.

Muhasebecisine telefon açmış, devlete borcu olup olmadığını sormuş. O da “Efendim gururla ifade edeyim ki, bütün vergilerimizi zamanında yatırdığımız için devlete tek ukuruş borcumuz yoktur” demiş.

 

Habertürk’ten Fatih Altaylı ise kamu borcu yapılandırmasına başka bir açıdan bakıyor:
Vergisini ödemeyen işadamı daha fazla kazandığı için, çalışanlarına daha fazla ücret veriyor olacak. Vergisini ödemeyenlerin yanında çalışanların çocukları, daha iyi okullarda okuyor olacak. Bu hepimize, herkese haksızlık…

 

Bu değerli yazarların iş dünyasından zerre kadar haberleri yok. Sistem nasıl çalışıyor, vergilendirme nasıl yapılıyor, bilmiyorlar. Muhasebecileri ile diyalogları ise son derece limitli! Böyle olunca masa başında yazılan yazı da ancak bu kadar oluyor.

Oysa, zahmet edip te iş dünyasından çeşitli insanlarla konuşsalar, meseleyi kavrayıp, ona göre yazacaklardır. Ama böyle konularda bazı saygın yazarlar vatanseverliği ilke kabul ettikleri için araştırmadan, düşünmeden yazabiliyorlar.

 

İki kelam edeceğim…

Altaylı’nın değerlendirmesi absürd!

Özdemir kendisini öyle tanımlamak istiyor, bence bir mahsuru yok!

Özdil ise demagoji yapıyor! Türkiye’nin en iyi yazarı kabul edilen bir ismin daha dikkatli davranması gerekir diye düşünüyorum.

 

Bir de değerli yazarlarımız, Özdil ve Özdemir’e sormak istiyorum.

Bu ülkede, Türkiye’de, 30 yılda yarısı nakit olmak üzere 10 milyar dolarlık bir varlığa sahip olmanın haketme, dürüstlük ve ahlaki açıdan mümkün olduğuna inanıyor musunuz?

Altaylı’ya bu minvalde soru bile sormaya gerek yok!

 

 

 


Kifayetsizlik…

 

TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz o gün geç vakit istifa ettiği için ertesi gün gazetelerde yorum yoktu.

Ben istifanın yalnız ilke açısından olmadığını, çok haksız ithamlardan ve iş hayatının engellenebileceği tedirginliği ile istifa ettiğini yazmıştım.

AK Parti döneminde başkanlık yapan Tuncay Özilhan, Ömer Sabancı, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Ümit Boyner çok sıkıntı çektiler. Başbakan Erdoğan’la ilişkileri hep gergindi.

 

Bu aşamadan sonra artık TÜSİAD’a başkan olmak gerçekten zor!

Durum böyleyken yerel bir gazete Antepli/Diyarbakırlı bir işadamının TÜSİAD’a başkan olabileceğini yazmaz mı?

TÜSİAD’ı zerre kadar tanımayan, kimi nereye önerdiklerini bilmeden, adayın altyapısını, üstyapısını irdelemeden laf ola beri gele yazılan bilinçsiz bir haber!

 

 


 

Bir profesör bir doçenti

koyun gibi boğazladı!..

Geçen gün de yazmıştım, “Ne oluyor bu profesörlere?” diye.

Hepsi toru topu 15 gün içinde oldu.

Bizim profesörümüz, hemşirelik gününde, hemşirelerin ahlak ve vicdan eksikliği olduğunu iddia etti.

Diyarbakır’da hasta ve tutuklulara sahte raporlar düzenleyen profesörler gözaltına alındı.

Geçtiğimiz günlerde de Türkiye’nin gündemine oturan bir profesörün aynı üniversitedeki doçenti boğazını keserek öldürdükten sonra çıkarıldığı mahkemede tutuklanırken söylediği şu söze bakın: “Ne yapalım hayırlısı böyleymiş!..

 

Uzun yıllar eğitim görmüş bu insanlara böyle suçları yakıştırmakta toplum zorlanıyor.

Eğitimli insan eğitimli olmayandan ne kadar üstündür?” diye sorulduğunda Aristoteles şu cevabı vermiş:

Sağ olanın ölüye olduğu kadar.”

Bu durumda Aristoteles yanılmış oldu!

 

Bir arkadaşım, “Ülkede ortam o kadar gergin ki, ister istemez bu olumsuz hava herkesi etkiliyor” dedi.

Bir başka arkadaşım, YÖK’ün her yıl 1800 öğretim üyesine ihtiyacı olduğunu belirterek, kadrolar zorlama ile doldurulduğu için bu gibi nahoş olayların meydana geldiğini iddia etti. Eğer böyleyse, ileride daha da kötülerine hazırlıklı olmalıyız herhalde!

 


 

NTV Tarih, yeniden…

 

Bir yıl öncesine kadar 35 bin kişinin keyifle okuduğu ‘NTV Tarih’ diye bir dergi çıkıyordu.

Dergi, geçen sene Gezi olaylarını kapak yapınca kıyamet koptu, yayınevinin patronu Ferit Şahenk, dergiyi piyasaya çıkartmadığı gibi kapattı da…

 

Şimdi, o dergiyi çıkaran ekip aynı dergiyi değişik bir isim altında yeniden yayınlanmaya başladı.

Herşey aynı, kaldıkları yerden devam ediyorlar.

Siz de benim gibi tarihe meraklıysanız hemen satın almanızı öneririm.

 

 

Bayrağa saygı