Kaygılar her gün artıyor!..

YAYINLAMA: 19 Ekim 2014 / 20.00 | GÜNCELLEME: 19 Ekim 2014 / 20.00

Osmanlı Devleti’ni en iyi yorumlayan yazar Çetin Altan’dır.

Bu büyük yazarın yorumlarını okumak gerçekten büyük keyif.

Altan’ın geçen haftaki yazısında “Osmanlı devleti altı kez battı” saptaması çok ilginç. Şöyle yorumluyor:

 

İlk Osmanlı devleti 1402’de Timur’un, I. Beyazıt’ın tahtını devirmesiyle battı.

İkinci Osmanlı devleti II. Selim’in yeniçerinin oyuncağı haline gelmesi, hazinenin sıfırı tüketmesi ve Osmanlı donanmasının İnebahtı’da tümden yok edilmesiyle battı. Tarih 1571.


Üçüncü Osmanlı devleti, II. Osman’ın linç edilerek ırzına geçilmesiyle battı. Tarih 1622.


Dördüncü Osmanlı devleti, peş peşe devrilen I. İbrahim, IV. Mehmet, II. Mustafa’dan sonra, gitgide yoğunlaşan ayaklanmaların en büyüğü Patrona başkaldırısı ve saray erkânının paramparça edilerek, III. Ahmet’in tahttan indirilmesiyle battı. Tarih 1730.


Beşinci Osmanlı devleti Kabakçı Mustafa isyanı ve III. Selim’in öldürülmesiyle battı. Tarih 1807-1808.


Altıncı Osmanlı devleti, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasıyla battı. Tarih 1920.

 

Usta yazar bu kronolojiyi saptadıktan sonra şu sonuca varıyor:

Böyle bir değerlendirmede altı yüz yıl sürdüğü iddia edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçekte ortalama her yüz yılda bir batmış, Kanuni’den sonra da gitgide daha cılızlaşarak zor bela yeniden dirilmeye çalışmış olduğu çıkar ortaya...
Sorun, ortalama her yüzyılda bir neden devletin battığı ve zor bela yeniden dirilmeye çalıştığıdır.
Çünkü “yönetmenin en verimli geçim kapısı ve hayat payesi” olduğu inancı ötesinde, “Devlet kavramı”nın ne olup ne olmadığı bilinci gelişmemişti.

 

Son batışın tarihi 1920! Buna göre yedinci batışa az aldı denebilir mi?

Bakın Güneri Civaoğlu ne diyor?

 

Bir kasabanın benzin istasyonu...


3-5 sandalye atmışlar.
Oturduk, yöre gençleriyle laflıyoruz.


Konu PKK’nın “yol kesme, hüviyet sorma eylemlerine” geldi.
“Barış süreci ağır aksak da olsa ilerlerken bunlara ne gerek var” diye sordum.
Gruptan biri “Burada varız biz mesajı vermek amaç” dedi.


Az ötede, şivesinden Güneydoğulu olmadığı anlaşılan orta yaşlarda bir adam girdi söze.
Egeliymiş.
Yöreye kamyonla mal taşıyormuş.
“Biz varız falan değil, onlar kime hüviyet soracaklarını bilirler. Bizim gibi sadece işinde gücünde olan esnafla işleri olmaz” diye karşı durdu.


Bu kez bizim gruptaki üsteledi:
“Yol kesmek, hüviyet sormak da, buralar bizden sorulur mesajıdır. Algı operasyonudur, psikolojik savaştır.”


Orta yaşlı, Egeli nakliyeci ise geri adım atmadı.
“Kardeşim... Arkadaşım... Benim babam da buralara mal taşıdı yıllarca. İşi ben babamdan devraldım. Yani bildiğim için konuşuyorum.”


Ve birlikte oturduğumuz gruptaki gençten son söz:


Arkadaş sen bu yollarda direksiyon sallıyor, yolun kesildiğinde hüviyet gösteriyorsun. Bildiğin bu kadardır. Ben ise yol kesip hüviyet soranlardanım. Bunu neden yaptığımı benden iyi mi bileceksin?”



Şaka mıydı” diye sordum. “Ciddiymiş.”


Arkadaşım olaylardan sadece birini anlatırken, “örgütün bölgede eskisi gibi kendini gizlemeye çok da gerek görmediğinin” altını çiziyordu.


Gazetelerde yazıyor:


Örgüt, yargı (!) görevini bile yürütüyor. Örgüt sorumlusu kararına karşı bir üst örgüt sorumlusuna da başvurmak mümkünmüş.

Sonuç...


Barış sürecinde PKK ne silah bıraktı, ne sınırların dışına çıktı.Kandil’den açıklamalarda ise “sınır dışına çıkarılanların da geri gönderildikleri” vurgulanıyor.
Benzin istasyonunda arkadaşımın tanık olduğu konuşma, PKK’nın dağdan düze indiğine işaret…

 

Ortadoğu’nun en önemli uzmanı olan Cengiz Çandar da işi toparlamış:

“… Anlatmak istediğim, yakın geçmişte, eski Osmanlı topraklarında, hem Ortadoğu’da hem Balkanlar’da ‘iç savaş’ı yerinde yaşamış, öncesini izlemiş birisi olarak, Türkiye’nin geleceğinden büyük kaygı duyduğumu bir kez daha yinelemek istiyorum.

… Oldukça sık seyahat eden birisi olarak söylüyorum, dış dünyada Türkiye’nin geleceğine ilişkin endişe var. Oysa, birkaç yıl önce, aynı yerlerde, aynı insanlarda Türkiye’ye ilişkin hissiyat, bugün olanın 180 derece zıddıydı.

Bulunduğunuz mevkiler ve çevrenizdekiler, gerçeklerle bağınızı kopartmış olabilir. O nedenle sorayım:

Türkiye’nin nereye sürüklendiğinin farkında mısınız?”

 

Meğerse 3 sene önce ne kadar mutluymuşuz!

Acaba bize ‘ölümü’ gösterip, ‘sıtmaya’ razı etmek mi istiyorlar?

 

 

Konukoğlu ‘emekliliği’ beceremiyor!

 

Abdülkadir Konukoğlu dün ‘A Haber’ de hem Gaziantep’i anlattı, “Burada bir şey yok merak etmeyin, millet işinde gücünde” diyerek Türkiye’yi rahatlattı, hem de Sanko ailesinin işlerinden, yatırımlarından, ihracatından, özellikle de tekstilden bahsetti.

Çok güzel konuştu. Öyle zannediyorum ki, Türkiye, Konukoğlu’nun sakin, ikna edici sesinden rahatladı. Çünkü, artan kaygılar nedeniyle insanlar tedirgin. Bölgemizde neler olup bittiğini endişe ile takip eden bu insanlara karşı böyle teskin edici konuşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.

 

Çocukluğundan beri ‘ha babam, de babam’ çok yoğun çalışma temposu içinde olan Abdülkadir Konukoğlu’nun emekliye ayrılmasıyla temposunu düşüreceği, tatil yapacağı ve dostlarına daha fazla zaman ayıracağı tahmin ediliyordu.

Durum pek öyle olmadı! Yine yoğun gündem içinde. Sanki eskiden futbol oynuyordu da, şimdi basketbol oynuyormuş gibi…

 

Adliye Sarayı’nın karşısındaki eski Abdülkadir Konukoğlu stadyumunun yerinde, 22 dönümlük arazide nihayet yatırım başlıyormuş, Ekonomist dergisinin dünkü sayısındaki habere göre…

Buraya iki ayrı otel ile kongre merkezi tasarlanıyormuş.

Yapılan oteller satılacak. Çünkü Konukoğlu, bankacılık, depoculuk ve turizm iştemeciliği gibi işlerde yer almak istemiyor. Dergi Konukoğlu’nun otel için üç ayrı grupla görüştüğünü, bunlardan birisinin de Fettah Tamince’nin başkanı olduğu Rixos grubu olduğu bildiriliyor.

İnşaatların gelecek sene başlayıp 2018’de bitirilmesi planlanıyormuş. Bu proje için 100 milyon dolar harcanacak.

 

Ekonomist muhabiri Sibel Atik, ayrıca 250 bin metrekarelik merkezi bir arazide orta ve üst kesime hitap edecek konut projesinden sözediyor. Yeri tam belirtilmiyor ama acaba ‘Serince’ olabilir mi?

Yani, Abdülkadir Konukoğlu’nun işi yalnız Sanko Üniversitesi, Vakıf ve sosyal paylaşım olarak çeşitli üniversite ve sivil toplum kuruluşlarında yaptığı konuşmalarla sınırlı kalmayacak.

Ne dersiniz, bunun adına ‘İkinci bahar’ diyelim mi? İşine ve makine sesine bu kadar aşık birisine başka nasıl sıfat bulunabilir ki?..

 

 

 

 

 

 

Kaygılar her gün artıyor!..