Başarımızın sırrı ‘kıskançlık’ mı?

YAYINLAMA: 01 Mart 2015 / 18.00 | GÜNCELLEME: 01 Mart 2015 / 18.00

Amerikalı arkadaşım Arthur Sculley, ‘Anadolu Kaplanları’ ve bölgemiz ekonomisini incelemek, rapor yazmak için geldiği Gaziantep’te ilgiyle karşılandı. Raporun bize dış dünyada vizyon kazandıracağından eminim. Temaslarından çok etkilendi.

Gaziantep Ticaret Odası Başkanı Eyüp Bartık, Arthur’un sorusuna öyle bir yanıt verdi ki, önce anlamadı, kafasını sağa sola salladı, sonra biraz anlar gibi oldu ama yine de iyi bir yoruma ihtiyacı vardı, bütün bir gece bunu tartışıp durduk!

Soru: Gaziantep’in olağanüstü bir başarısı var. Bunun nedeni sizce nedir?

Cevap: Kıskançlık!

 

Akşam yemekte, Bayaz Han’ın harika ambiyasında Arthur’a ne içeceğini sordum. Bir şeyler iç ki, ‘kıskançlık’ derin bir konu, anlatacaklarımı daha iyi anlarsın dedim!

Hoşuna gitmiş olmalı ki, epey güldü. “Bu güzel yiyecekleri şarap veya rakı ile bozmak istemiyorum. Çok lezzetliler, karnımı doyurmak istiyorum. Bu mezeleri, yemekleri yerken öyle keyif alıyorum ki, inan sarhoş oluyorum! Senin derdin de beni sarhoş yapmaksa, fazla para harcamana gerek yok!

 

Öf be! Ne yanıt ama! Yemek kitabı yazacaklara duyuruyorum, Arthur’un bu yanıtını kitaplarında kullansınlar…

 

Arthur’a ‘Kıskançlık’ı yorumlarken Antep Sanayisi’nin duayeni Abdulkadir Konukoğlu için yazılmış bir kitabın önsözünden kopya çekerek başladım!

Kitabın yazarı, Konukoğlu’nun ağzından şu satırlara yer vermiş eserinde:

“… Kendimi tanımlarsam, hem hırslıyım, hem kıskancım, hem de bunu tolere edebilecek kapasitedeyim. Yani kıskanmak derken gıpta ederim. Ama bunu tolere etmesini ve nereden geldiğimi bilirim.

 

Kıskançlığın, girişimci ruhu nasıl kamçıladığını, adeta esir aldığını bir Batılı’ya yorumlamak kolay olmadı! Aramızda çok belirgin mantalite farkı var. Anlattıklarım ilginç gelmiş olmalı ki dünyanın sorusunu sordu! Neticede işin tarihçesine ve sosyolojisine girince çok keyifli bir sohbet oldu.

Arthur da bana İngiltere’de başlayan sanayi devriminde ‘Entrepreneur/girişimci’ ne demek, önemi nedir, bunu anlattı.

 

Entrepreneur/girişimci, kelimesi ilk kez 1723’te kullanılmış. ‘Liderlik nitelikleri olan, yaratıcı, yenilikçi’ anlamına geliyor. İnovasyon, girişimciler için ilk kez yine 1723’te kullanıldı. O zamanlar toprak sahibi olan İngiliz asilleri,  sanayi devrimi ile türeyen girişimciler karşısında nasıl bir tavır alacaklarını şaşırdılar. Ama girişimciler yüksek, prestijli bir sınıf oluşturmayı başardılar ve dünyaya yeni bir şekil verdiler. İngiltere’de de, Amerika’da da girişimci hala çok önemlidir ve kutsaldır.”

 

Batı’da girişimcinin değerini bizim girişimcilerimizle mukayese edersek, arada dağlar kadar fark olduğunu görürüz. Batı; üretene, istihdam yaratana, vergi verenekutsal’ gözü ile bakıyor. Toplumdaki en değerli yere ‘girişimciler’ konuyor. Onlar için bütün kapılar sonuna kadar açılıyor. Bu eskiden de böylemiş, şimdi de aynen öyle.

 

Arthur’a ‘cambaz’ hikayesini anlattım. Defterini çıkarıp, not aldı.

Cambaz, bilirsiniz, iki direk arasına ip çekilir, elinde uzun bir denge sopası ile bir taraftan öbür tarafa yürür. Biz de zaten cambazlığı Batı’dan öğrenmişiz.

Cambazları heyecanla, belki de biraz korku ile seyreden Batılılar, “Başardı, başarıyor…” diye izleyip pozitif enerji gönderirlermiş.

Doğulular da izlerken, “Aha getti, aha düştü ha!..” diye negatif enerji salarak izlerlermiş!

 

Bunu nasıl açıklarsınız?

Bu kıskançlık değil! Cambazın nesini kıskanacaksınız ki!

Bunun adı ilkelliktir!Eğitimsizliktir!

(Eğitim deyince, okula gidip diploma almayı kastetmiyorum! Niteliksiz insanları kastediyorum. Başka bir yazıda bu konuyu esaslı ele alacağım.)

 

Yakın bir zamanda bir sanayicinin başına gelenleri hatırlarsanız, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

Bu şartlar altında sanayicinin veya girişimcinin sayısının artmasını nasıl beklersiniz?

Bankalar yolunacak kaz olarak görüyor, bürokrasi ‘gadasını almak için’ fırsat kolluyor, basın da, tökezlese de yazacak bir şeyler çıksa diye bakıyor!

 

En çok da girişimcileri eleştiri konusuna takılıyorum! Kredi kullanıyorlarmış, pahalı ev ve araba satın alıyorlarmış.

Kredi almanın şartlarını ve zorluğunu iyi bildiğim için bu konuda yorum yapmayı bile gereksiz buluyorum. Bankaların, havadan kredi verdiklerini sananlar, bu işi hiç bilmeyenlerdir.

 

Ev ve arabaya gelince...

Bunlar, yaptıkları işin ödülüdür. Bunları alamayacaklarsa, ellerini neden taşın altına koysunlar ki?

Neticede, kişisel eleştiri, son derece yanlış ve tehlikelidir. Zararı, yalnız o kişilere değil, içinde yaşadığımız topluma da, ülkeye de dokunur.

Prensipler, ilkeler bazında tabii ki eleştiri olabilir! Ama ötesine geçmemeli.

 

Zaten, Batı ile de fark burada. Onlar, ‘yapmaya’ çalışıyor, yapana yardımcı oluyor, destek veriyor ve faydasını da toplum görüyor.

Biz yıkmaya çalışıyoruz, asla yardımcı olmuyoruz, hatta  köstek oluyoruz ve toplum olarak da zarar görüyoruz!

 

Bu değişir mi?

Hayır!

İlkelliğin yerini nitelik almazsa değişim olmaz.

 

 

 Yeni Türkiye düzeni konsepti

 
 
Siyaset önemli gelişmelere gebe!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan mükemmel bir siyasi stratejist.

Aslında her şey kamuoyunun önünde oluyor, gizli saklı bir şey yok. Algılamada bir sorun var!

Açıklamaya değer ilginç olaylar birbiri arkasından geliyor.

Başkanlık sisteminden başlayalım.

Anayasa değiştirilip de, Cumhurbaşkanını halk seçer maddesi eklediğinde, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yeni bir düzen kurulacağı belli değil miydi?

Cumhurbaşkanı bilinen görevlerini sürdürecek olsaydı, halkın seçmesine ne gerek vardı ki?

Ama denebilir ki, cumhurbaşkanının görev ve yetkileri değiştirilmedi! Tek fark, halk artık onu doğrudan seçecek.

Bunu böyle düşünmek için çok naif olmak gerekir!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bunun için siyasi stratejist diyorum. (Stratejinin bilimsel tarifi: Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol.)

Bilmem anlatabildim mi?

 

Doların 4 lira olacağı konuşuluyor! Zaten Babacan’la Başçı istifa ederse ki beklenen de, istenen de budur, dolar kısa sürede 3 lira olur!

Kocaman ekonomistler, yazarlar bu işe kafa yoruyor, bilimsel açıklamalar yapıyor!

İktisatçı Ege Cansen, olanı biteni anlamamız için Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin 24 Şubat’ta Yased’in 34’üncü

Genel Kurul Toplantısı’nda söylediklerine dikkat çekiyor:

Türkiye’de aşırı değerli TL’yle, faizleri yukarıda tutarak

TL’ye olan talebi yukarı çekerek, yurtdışından gelen parayla ve ithalata dayalı bir kolaycılıkla yola devam etmek sürdürülebilir değildir. Bu durumda 4-5 yılda bir balonumuz olur, o balonu da patlatırız.
Onun için reel, gerçekçi, ihracatı destekleyen, gereksiz ithalatı da cazip olmaktan çıkaran bir TL kuruyla, Türkiye’de yatırım yapılabilir ve büyümeyi destekleyen faiz oranlarıyla bir ekonomi ortamı oluşturmamız gerek.”


 

Merkez Bankası’nın faizleri yüksek tutarak, döviz kurunu kontrol altına alması istenmiyor.
Yüksek faiz nedeniyle ülkeye gelecek döviz sayesinde cari açığın büyümesi de istenmiyor. Döviz fiyatının yükseleceği yere kadar yükselmesi, bunun sonucu ithalatın gerilemesi, ihracatın artması bekleniyor.
İç talebin yetersizliği nedeniyle büyüyemeyen üretimin, ihracat talebindeki artışa dayalı olarak büyümesi, toplam talep büyümesi sonucu yatırımların ve üretimin artması bekleniyor. Döviz fiyatlarındaki artışın enflasyonu yukarıya çekmesi kaçınılmaz bir sonuç olacağından da enflasyonu aşağıya çekme arayışı bir süre için erteleniyor.

 

Katma değeri yüksek ve teknolojik üretim ihraç edemeyen, ithalatla ihracat yapan sistemimizin kısa sürede bu yeni politikaya adapte olması düşünülebilir mi?

Bütün bu hedefini bulmayan açıklamalar ve CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ekonomi cahili olmakla niteleyip, ‘dolar lobisine hizmet ettiğini’ söylemesine ancak gülünür!

Daha ne diyeyim!

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, olayın tabii ki farkında, sesini yükseltmeye başladı. Ama hemen de cevabını aldı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kararlı. Her ne pahasına olursa olsun, aklındaki ‘Yeni Türkiye düzeni konseptini’ uygulamaya koyacak.

 

Yeni Suudi Kral Selman bin Abdülaziz ile konuşmaya ve ikna etmeye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan bakalım eli dolu dönebilecek mi?

Başarımızın sırrı ‘kıskançlık’ mı?