Moskova umresi!..

YAYINLAMA: 24 Mayıs 2015 / 20.00 | GÜNCELLEME: 24 Mayıs 2015 / 20.00

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer...

Bu yazıyı okuyan olayın kahramanları mutlaka böyle düşüneceklerdir!..

Geçmiş zamanda bir ilçe belediye başkanı ile yardımcıları ki bunlardan biri daha sonra başka bir ilçenin belediye başkanı oldu,  Moskova’ya bir bahaneyle gezmeye giderler.

 

Antep’in nesi meşhur? Baklavası, fıstığı...

Moskova’nın nesi meşhur?

Bilmeyen var mı? Güzel kızları...

Sabahleyin Moskova’ya gelen bizim ekip akşamı zor eder, bağlantılar yapılır, herkes odasına çekilecekken, tecrübeli olan diğer iki arkadaşını uyarır:

Üzerinizdeki bütün paraları bana verin. Bir de açgözlülük  etmeyin, kızları yanınızda fazla tutmayın, bırakın gitsinler!

 

Kendilerini Baltacı sanan bizimkiler, karşılarında Katherinaları görünce zaptetmek ne mümkün!..

Her ne ise bizim Baltacılar sabahleyin gözlerini açıp da  Katherinaları yanlarında göremeyince canları sıkılır ama pek de aldırmazlar.

Ancak, yataktan kalkıp giyinmek için elbiselerini arayınca ikisinin de nutku tutulur! Ne elbiseleri, ne bavulları, ne eşyaları hiçbiri yoktur! Katherinalar hepsini toparlayıp götürmüşler! Paniğe kapılırlar. Otel odasının telefonunu kullanmasını bilmedikleri için bir an önce dışarı çıkıp arkadaşlarını uyarmak isterler. Ama dışarı nasıl çıkacaklar?

Mecburen yatak çarşafına dolanıp arkadaşlarına koşarlar.

 

Arkadaşları onları bu halde görünce, önce sarhoş olduklarını zannederler ama sonra hikayeyi dinleyince gülmekten kırılırlar...

Kendilerine gülünmesine içerleyen Baltacılar, “Ulan gülmeyi bırakın da bir şey yapın, şu halimize bakın, bizi gören deli zanneder!..

Tecrübeli olan arkadaşları lafa girer:

Oğlum ben size dün akşam söylemedim mi? Kızları erken bırakın demedim mi? Hiç olmazsa paralarınız kurtuldu, yoksa onlar da gidecekti. Hem fazla da üzülmeyin. Umre’ye gidince bu kıyafetle dolaşmıyor musunuz?

Ama burası Umre mi? Burası Moskova!” diyecek olur bizim Baltacı. Cevap gecikmez:
Ulan bu da Moskova Umresi...

 

İstedim ki bu kadar güzel bir anekdot heba olmasın, internete girsin.

 


17 milyon cilt kitap

Bir vakıf üniversitesinin mütevelli kurul başkanı gaza gelip heyecanla, “Üniversitemizin kütüphanesine özel önem veriyoruz. Çok da iddialıyız. Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesini yakalayacağız” demişti.

Genç başkanın heyecanı hoşuma gitmişti, ancak hedef için örnek verirken dikkatli olmak gerek. Yoksa ciddiye alınmazsınız.

Harvard Üniversitesi’nin 111 kütüphanesinde toplam 17 milyon cilt kitap var. Senin kütüphanendeki 5-10 bin kitapla 17 milyon ciltlik kütüphaneyi hedeflersen en azından komik olur!

Bizim milli kütüphanemizdeki materyal sayısı bile 2 milyon!

Heyecan, aklın ve mantığın önünde gitmemeli.

 

 

Gazetecilere iltifat!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan basından bu sıralar çok dertli.

Özellikle bir medya grubunu hemen her gün bir şekilde halka şikayet ediyor.

Erdoğan bu konuda yalnız değil.

ABD’nin 3’üncü başkanı Thomas Jefferson’nın (1743-1826), gazetelerle ilgili değerlendirmesi çok ünlüdür.

Thomas Jefferson, Amerika’nın kurucularındandır. 1776’daki Amerika’yı Amerika yapan, demokrasi anıtı ‘Bağımsızlık Bildirisi’nin de yazarıdır. Şöyle demiş:

Hiçbir şey okumayan bir insan, sadece gazete okuyan bir insandan daha eğitimlidir.

İlginç değil mi? Kimbilir gazeteler adama nasıl kan kusturdular ki, bu konuşması günümüze kadar geldi.

 

Laf gazetelerden açılmışken, Norveçli realistik roman yazımının öncülerinden, şair ve oyun yazarı Henrik Ibsen’in gazetecilikle ilgili yorumunu da yazmalıyım:

Bilim adamlarının hayvanlara eziyet etmesi affedilemez, onlara deneylerinde kullanmaları için gazetecileri verelim.”

Bir de Amerikalı yazar ve senaryocu Ben Hecht’in düşüncesi:

Gazete okuyarak dünyada neler olduğunu anlamak, saatin sadece yelkovanına bakarak zamanı öğrenmeye benzer.”

Eh, gazete ve gazetecilere bu kadar iltifat yeter!

 


Meseleyi mesele yaparsanız

mesele olur!

Şu sıralar en ünlü Gaziantepli, Prof. Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanı.

Günlerdir ismi manşetlerden, miting alanlarından inmiyor.

Makam aracı Mercedes’i iade etti, ama başı hala dertten kurtulmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez kendisine cumhurbaşkanlığı envanterinde bulunan zırhlı bir Mercedes tahsis edince, eleştirilerin dozu arttı.

MHP Lideri Bahçeli, bayağı ağır laflar etti ve 25 Mayıs Pazartesine kadar istifa etmesi gerektiğini belirtti: “Diyanet İşleri, önemli bir kurum. Bir otomobil polemiğinde ne müesseseyi ne kendisini yıpratmalıdır. Din adamı olarak Cumhurbaşkanı’ndan otomobili alacağı yerde, affını istemesi lazım. Yakışan odur. Reddettiği arabayı ‘Cumhurbaşkanı’nın hatırı var’ diye alıyor. Böyle bir mantık olabilir mi? ‘Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir hediyeyi kabul edemem’ demesi lazım. Zırhlı, tanklı, toplu olsun isterse. Diyanet İşleri Başkanı’nın böyle bir arabaya ihtiyacı var mı? Pazartesiye kadar görevi bırakması lazım.

 

O ünlü sözü hatırlamanın tam zamanı...

Meseleyi mesele yaparsanız mesele olur!

 

 ‘Yerelleşme’ duruma bağlı!..

Mersin’deki seçim çalışmalarını okurken gözüm ilginç bir yoruma takıldı.

AK Parti, Mersin’de gösterdiği adaylarla ‘yerelleşme mesajı’verdi” diyor.

O zaman şöyle bir mantık doğru olabilir mi?

AK Parti, Gaziantep’te açık ara birinci. Yerel adaylara pek o kadar takılmıyor. Ama Mersin’de, MHP ve CHP’den sonra 3’üncü parti konumunda. Orada oy toplamak için yerel adaylara önem veriyor!

 

Ancak, Mehmet Şimşek’in Gaziantep’ten aday olması çok önemli. Kabine arkadaşı, bizim Bakan Başkan’la da uyum içerisinde olmasının nimetlerini hasat etmeye başladık. İleride, eminim daha da iyi olacaktır.

Bakan Şimşek, gerçek bir beyefendi, İngiliz centilmeni gibi. Çok da çalışkan. Saha çalışmalarında bu yüzden büyük ilgi görüyor.

Bakan Şimşek, daha ziyade bir teknokrat. Siyasi demeçlerini pek görmedim. Çünkü, partisinde politikayı başkaları yaptığı için kendisini bakanlığının çalışmalarına adamış görüntüsü veriyordu. Bence, böyle kalsa daha iyi olurdu!

Seçim çalışmaları nedeniyle Antep’te siyaset yapmak hoşuna gidiyor olmalı. Geçen gün son konuşmasının yansımalarının en hafifi şöyleydi:

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, devletin lüks araç kiralamak için her yıl 3.3 milyar TL harcadığını söyledi. Harcanan milyarlarca lira için ‘çerez parası bile değil’ yorumunu yaptı.

 

Politika çok zor şey! Ağzınızdan çıkan her şeyin size bir şekilde geri döneceğini hesap edip, öyle kelam etmeniz gerekir!

Gazeteciler, olumludan ziyade olumsuzu haber yaparlar.

 

Belediye pazarcılara hesap sormalıdır!..

Gaziantep’te belediyeler halkın sebze ve meyveyi hem taze hem de ucuz tüketebilmesi için ‘pazar yerleri’ne önem verdiler, yatırım yaptılar.

Bunlardan birisi de ‘Uzay çatılı pazar’ denen yer. Her hafta Cuma günleri hizmet veriyor.

Son zamanlarda bu pazara bir haller oldu.

Fiyatlar resmen kazık! Aynı malın fiyatı hemen hepsinde değişik. Birisinde patlıcan pahalı, domates ucuzsa, diğerinde de tam tersi gibi…

Tartılar halkın gözü önünde olmadığı için hep hile yapılıyor. Kaç kez vatandaş aldığını daha sonra tarttırınca kazık yediğinin farkına varıyor!

Bağırık çağırıklar yasak olmasına rağmen hiç eksilmedi. Üstelik tezgah sahibi yalnız gelen kadınlara kibar davranmadığı gibi zaman zaman müstehcen kelimeler de kullanmaya başladı.

Güya pazarın içinde zabıta kulübesi var! Çay kahve dışında hiçbir şeyle ilgilenmedikleri gibi şikayete gidenleri de utandırmaya getirip savsaklıyorlar.

Bir muhabir arkadaşımız aynı malları hem pazardan, hem de Oli ve Migros’dan satın aldı.

Büyük marketlerde tartı sahtekarlığı mümkün değil. Bağırık çağırık, vatandaşı taciz yok. Malın kalitesi aynı ama fiyatlar daha ucuz. Pazarda 60 liraya dolan file, büyük marketlerde 45-50 liraya doluyor.

 

O halde gidin marketten alın, denebilir! Zaten pazar müşterisi gittikçe azalıyor. Ama, ana gaye vatandaşa daha iyi ve ucuz hizmet edecek pazarlar organize edilmesi değil midir?

Moskova umresi!..