Adalet mi? Hangi adalet?

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

A.Gesar (Asadur Khederian)’ın anıları, “Antep’in varoluş mücadelesi” adı ile Ümit Kurt ve Murad Uçaner tarafından türkçeye çevrildi.

Kitapta Antepli Ermeniler’in 1915’ten 1923’e kadar kentteki mücadelesi anlatılıyor.

1915 Tehciri başladığında, Antep’in İngiliz ve Fransız işgali zamanında yaşananları ilk kez farklı bir gözden okuma fırsatı veriyor.

Benim en ilgimi çeken bölümleri ise, Ermeni mallarına el koyma aşamasında yaşananlar oldu. Önce bunları bir okuyalım.

“Ermenilerin kentten sürülmesi ve mallarına el konulması sürecinde başrolü oynayanlardan biri Ali Cenani, diğeri Antep Mutasarrıfı Ahmed Bey. Bu iki zat, hem Antep Ermenileri’nin topyekun tehcirinde, hem de toplumun büyük bir kesiminin bu sürece dahil edilerek galeyana getirilmesinde etkili rol oynuyorlar.

Antep Ermenileri’nin sürgün edilmesinden sonra da geride bırakmak zorunda kaldıkları mal, mülk ve bütün servetin el değiştirmesi ve talan edilmesi sürecinde de yine ön saflarda yer alırlar. Özellikle Ahmed Bey yerel aktörleri, Ermeniler’den kalan malların ve mülklerin kendilerinin olacağı garantisi ile bu sürece dahil eder. 15 bine yakın ermeni’nin mallarına el koymak amacıyla bir yürütme komitesi bile kurulur.

                                               ***

“Bu komiteyi temsilen şehrin ileri gelenlerinden Debbağ Kimazade, Nuribeyoğlu Kadir ve Haci Halilzade Der Zor’a giderler. Mallarına konmak istedikleri Antep Ermenileri’nin gerçekten içinde bulunduğu koşulların onların Antep2e geri dönmesini ve hayatta kalmalarını imkansız kılacağını kendi gözleriyle görüp, emin olmak isterler.

                                               ***

“1919’da işgal kuvvetlerinin başında bulunan General McAndrew, Ermeniler’in tehciri ve mallarının talan edilmesine aktif olarak katıldıkları ve bu süreçte halkı galeyana getirdikleri gerekçesi ile ANtep’te yerel memurlardan muhasebeci Nedim, Defter-I Hakani memuru Eyüp Sabri, Evkaf memuru Hakkı, Taşçızade Abdullah, Antep haberleri gazetesi sahibi Kethüdazade Hüseyin Cemil Göğüş, Mennanzade Mustafa, İmamzade Mustaf, İncozade Hasan, Patpatzade M. Bahtiyar ve Urfadan gelen Dişikırıkoğlu Hulusi gibi şehrin önde gelenlerini tutuklattırır. Amerikan Koleji’nde bir süre tutulan bu kişiler yargılanmaları yapılana kadar Mısır’a sürgüne gönderilir.”

                                               ***

Ancak elbetteki bu olay sonucu değiştirmez. Ve hepimizin bildiği gibi Ermeniler, mallarını, mülklerini bırakarak ölüm yolculuğuna ç.ıkarılıp, bu toprakları terketmek zorunda bırakılırlar.

                                               ***

Dün bir okulda öğretmen, üçüncü sınıf öğrencilerine “Adalet” konusunu anlatırken Osmanlı’dan, ünlü padişah Fatih Sultan Mehmet’ten bir örnek vermiş. Güya;

Fatih Sultan Mehmet, bir cami yapımı için Rum mimarla çalışmış. Fakat bir süre sonra Rum mimarın malzemeden çaldığını farkedince, bizim adaletimizde hırsızlık yapanın kolu kesilir ya! İşte padişah efendimiz de Rum mimarın kolunu kestirmiş.

Rum mimar, padişahın kendisine haksız bir ceza verdiğini düşündüğü için adalet aramak uğruna kadıya gitmiş. Kadı padişahı huzura çağırmış, haksız yere Rum mimarın kolunu kestirdiği için, güya padişahın da kolunun kesilmesine hükmetmiş.

Rum mimar bu karar üzerine atılıp, “Hayır padişah efendimizin kolunu kestirmeyin. O haklıydı ben hırsızlık yaptım” diye suçunu itiraf etmiş.

                                   ***

Önceki sene Sakız adasına gitmiştik. Rumlar’ın yaşadığı adanın o güzelim yollarında gezerken bazı evlerin kapısının üzerinde anahtar olduğunu farkettik. Rehber, “Üzerinde anahtar olan evler yaşlı ve sakat insanların evleri. Ada halkı onlara yardıma gittiğinde, yemek götürdüğünde kapıyı çalıp, onları rahatsız etmeden içeri girebilsin diye” anlattı, kapıların üzerinde duran anahtarların hikayesini…

                                               ***

Vallahi, tüm bunları ardı ardına düşününce, hırsızlık ve adalet konusunda çok kafam karıştı. Durumu bir de sizinle paylaşayım dedim, bakalım siz ne düşünürsünüz?

 

 

 “Ermenilerin kentten sürülmesi ve mallarına el konulması sürecinde başrolü oynayanlardan biri Ali Cenani, diğeri Antep Mutasarrıfı Ahmed Bey. Bu iki zat, hem Antep Ermenileri’nin topyekun tehcirinde, hem de toplumun büyük bir kesiminin bu sürece dahil edilerek galeyana getirilmesinde etkili rol oynuyorlar.

Antep Ermenileri’nin sürgün edilmesinden sonra da geride bırakmak zorunda kaldıkları mal, mülk ve bütün servetin el değiştirmesi ve talan edilmesi sürecinde de yine ön saflarda yer alırlar. Özellikle Ahmed Bey yerel aktörleri, Ermeniler’den kalan malların ve mülklerin kendilerinin olacağı garantisi ile bu sürece dahil eder. 15 bine yakın Ermeni’nin mallarına el koymak amacıyla bir yürütme komitesi bile kurulur.

***

“Bu komiteyi temsilen şehrin ileri gelenlerinden Debbağ Kimazade, Nuribeyoğlu Kadir ve Haci Halilzade Der Zor’a giderler. Mallarına konmak istedikleri Antep Ermenileri’nin gerçekten içinde bulunduğu koşulların onların Antep’e geri dönmesini ve hayatta kalmalarını imkansız kılacağını kendi gözleriyle görüp, emin olmak isterler.

***

“...1919’da işgal kuvvetlerinin başında bulunan General McAndrew, Ermeniler’in tehciri ve mallarının talan edilmesine aktif olarak katıldıkları ve bu süreçte halkı galeyana getirdikleri gerekçesi ile Antep’te yerel memurlardan muhasebeci Nedim, Defter-i Hakani memuru Eyüp Sabri, Evkaf memuru Hakkı, Taşçızade Abdullah, Antep haberleri gazetesi sahibi Kethüdazade Hüseyin Cemil Göğüş, Mennanzade Mustafa, İmamzade Mustaf, İncozade Hasan, Patpatzade M. Bahtiyar ve Urfa’dan gelen Dişikırıkoğlu Hulusi gibi şehrin önde gelenlerini tutuklattırır. Amerikan Koleji’nde bir süre tutulan bu kişiler yargılanmaları yapılana kadar Mısır’a sürgüne gönderilir.”

***

Ancak elbetteki bu olay sonucu değiştirmez. Ve hepimizin bildiği gibi Ermeniler, mallarını, mülklerini bırakarak ölüm yolculuğuna çıkarılıp, bu toprakları terketmek zorunda bırakılırlar.

***

Dün bir okulda öğretmen, üçüncü sınıf öğrencilerine “Adalet” konusunu anlatırken Osmanlı’dan, ünlü padişah Fatih Sultan Mehmet’ten bir örnek vermiş. Güya;

Fatih Sultan Mehmet, bir cami yapımı için Rum mimarla çalışmış. Fakat bir süre sonra Rum mimarın malzemeden çaldığını farkedince, bizim adaletimizde hırsızlık yapanın kolu kesilir ya! İşte padişah efendimiz de Rum mimarın kolunu kestirmiş.

Rum mimar, padişahın kendisine haksız bir ceza verdiğini düşündüğü için adalet aramak uğruna kadıya gitmiş. Kadı padişahı huzura çağırmış, haksız yere Rum mimarın kolunu kestirdiği için, güya padişahın da kolunun kesilmesine hükmetmiş.

Rum mimar bu karar üzerine atılıp, “Hayır padişah efendimizin kolunu kestirmeyin. O haklıydı ben hırsızlık yaptım” diye suçunu itiraf etmiş.

***

Önceki sene Sakız adasına gitmiştik. Rumlar’ın yaşadığı adanın o güzelim yollarında gezerken bazı evlerin kapısının üzerinde anahtar olduğunu farkettik. Rehber, “Üzerinde anahtar olan evler, yaşlı ve sakat insanların evleri. Ada halkı onlara yardıma gittiğinde, yemek götürdüğünde kapıyı çalıp, onları rahatsız etmeden içeri girebilsin diye” anlattı, kapıların üzerinde duran anahtarların hikayesini…

***

Vallahi, tüm bunları ardı ardına düşününce, hırsızlık ve adalet konusunda çok kafam karıştı. Durumu bir de sizinle paylaşayım dedim, bakalım siz ne düşünürsünüz?

 

 

 

 

Adalet mi?  Hangi adalet?