İşte şimdi boku yedik!..

YAYINLAMA: 30 Mart 2016 / 20.00 | GÜNCELLEME: 30 Mart 2016 / 20.00

 1980’li yıllarda bütün matbaacıların yolu Çemberlitaş’taki Barın Han’dan geçerdi.

Heildelberg matbaa makinalarının Türkiye temsilcisi olan Alman Willi Blümel’in işyeri burasıydı.

Son derece kibar, beyefendi ve çok bilgili bir insandı. Almanlar’da bulunan iş ciddiyeti fazlası ile Blümel’de vardı.

Her İstanbul’a gidişimde mutlaka yanına uğrardım. Sohbeti de çok keyifliydi. Beni de kendi ülkesinde okuduğum için çok severdi.

 

Barın Han’ın kapısından içeri girip sağa dönünce Hattat Emin Barın’ın cilt atölyesi vardı. Emin Bey, Türkiye’in en önemli hattatlarından birisiydi. Çok muhterem bir insandı. Ona mutlaka “Merhaba Efendim nasılsınız?” demeden yukarı Blümel’e çıkmazdım.

O da beni muhabbetle karşılar, “Eee Antep’te ne var ne yok” diye başlar karşılıklı sohbet ederdik.

Emin Bey’in oğlu Tevfik Bey’de babası gibi beyefendi bir insan. Çok güzel ve kaliteli iş çıkaran bir cilt atölyesinin sahibi. Zaman zaman görüşüyoruz.

 

Geçenlerde bir arkadaşım, Alparslan Açıkgenz Hoca’dan gelen tarihi bir olayı bana iletince, baktım içinde benim tanıdığım Emin Barın Hocam var, dikkatimi çekti. Gerçek hikaye o kadar güzel ve heyecanlı ki sizinle paylaşmak istedim.

Hem Türkiye’nin gündeminden birkaç dakika uzaklaşırsınız, hem de hasret kaldığımız başkalarının bizi sevdiğine dair bir şeyler okumanın hazzına varırsınız diye düşündüm.

 

***

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya'ya göç edip Berlin'de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.

 

Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan'a bırakmıştı, ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti.

 

Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı. Savaş bütün hızıyla sürerken 1943'ün sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.

 

Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte'ye, Nisan başında ise Viyana'ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan'da Berlin'i kuşattılar.

 

Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.

Ruslar artık Berlin’deydiler. Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı.

Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan hale gelmişti.

 

Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asıl mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.

 

Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus işgal komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı. Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.

Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla çoktan gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.

Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.

Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.

 

Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.

Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.

Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı.

Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan'ın şakağına dayadı.

 

Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına dönüp ağzından “Şimdi boku yedik” cümlesi döküldü.

Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:

"Ne dedung? Ne dedung?..."

Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:

"Şimdi boku yedik!..".

 

O anda sanki bir mucize oldu.

Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.

Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.

Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız ağzıyla, "Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam" yani "Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim" derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.

 

Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yaşamışlardı. Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.

Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.

 

Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.

Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin'e kadar gelmişlerdi ve 1945'te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin'e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi. Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.

 

Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin'deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler. Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.

 

Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.

Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi.

Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mücellid Emin Barın'ın Çemberlitaş'taki atölyesine gitti.

 

Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi duyunca şaşırdı. Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karşılaşıyordu.

Hemen "Yazarım" diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya'da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.

 

Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek “celi sülüs” levhayı hazırladı.

Levhanın etrafı "Hatip ebrusu" ile süslendi ve Almanya'ya doğru yola çıktı.

 

Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü...

Emin Barın, dostlarına daha sonraları "Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım" diyecekti.

Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin'e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete'ye de "Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı" başlığıyla haber oldu.

 

 

İşte şimdi boku yedik!..