Kan ve para…

YAYINLAMA: 10 Şubat 2017 / 20.00 | GÜNCELLEME: 10 Şubat 2017 / 20.00

Zülfü Livaneli’nin son kitabı olağanüstü.

Huzursuzluk’ bir aydan beri ortalığı kasıp kavuruyor.

Livaneli, Ortadoğu mantalitesini o kadar kıvrak bir zeka ile kısaca anlatıyor ki, onun sanatçı kişiliğine, derin kültürüne hayran olmamak mümkün değil.

 

Kitabından kısa bir alıntı yapmak istiyorum.

 

Harese nedir, bilir misiniz?

Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.

Harese; develere çöl gemileri denir, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; çok dayanıklıdır. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir.

 

Bütün Ortadoğu’nun adeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur

 

Ancak çok usta, araştırmacı bir edebiyatçı yazar, Ortadoğu’yu bu kadar güzel ve gerçekçi anlatabilir. Bu tarife eklenecek başka bir şey yok! Hali hazırda zaten olan biten de bu değil mi?

 

Zülfü Livaneli’nin sanatçı sezgilerine, öngörüsüne, vizyonuna, insanları ve dünyayı iyi tanımış olma yeteneğine de hayranım.

Ayşe Arman’a verdiği 21 Ocak 2017 tarihli röportajda günümüzün sorunlarını tam 40 yıl önce nasıl tam isabetle tespit etmiş gıpta etmemek mümkün değil.

 

Ayşe Arman’ın bir sorusu:

Göçmenlik nasıl bir psikolojidir?

Bir kitabımda, göçmenliği, ‘uzun ve ağır bir hastalık’ olarak nitelemiştim. Ben de siyasi göçmendim o sıralarda. Yurdundan uzak kalmanın acısını çok iyi bilirim. Ama 1975’te Stockholm’de yazılmış olan o kitabın (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm) sonunda şöyle bir bölüm var: “Açlık çeken ülkelerden insanlar, sallara, köhne motorlara binecek ve Avrupa kıyılarını zorlayacaklar. Afrika ve Asya kıtalarının insanları, Avrupa’ya, Amerika’ya akacak. Bir süre sonra kimse başa çıkamayacak bu göçle!” Kırk yıl önce yazılmış bu satırlar, kehanet gibi, değil mi? Ama sadece  8 insanın parasının* dünyanın yarısından fazla olduğu bir ‘kudurmuş kapitalizm’ döneminde başka ne beklenebilir ki?

 

Çözüm ne peki? Merhamet mi?

Bence değil! Merhamet de ikiyüzlü bir şey. ‘Huzursuzluk’ romanının mottosu şu: “Merhamet, zulmün merhemi olamaz!” 

 

Peki ne merhem olur?

Adalet! Gerçeğin bu kadar eğilip büküldüğü, kafaların iğfal edildiği, hatta düpedüz yalancılığın, sahtekârlığın bile ‘post-truth dönem’ diye adlandırılarak şıklaştırılmaya çalışıldığı bir dünyada huzur bulunamaz! Çünkü kapitalizmin tek bir tanrısı var: Para. Para, yeni tanrı artık!

 

Rusya’da yapılan ‘sosyal deney’ ile ilgili birkaç fotoğraflı köşeme alıyorum. Hepsini değil! Çünkü çok daha iğrençleri var.

İnsanlar para için ne kadar alçalabilir’ sorusuna yanıt arayan Grisha Mamurin, Rusya sokaklarında dolaşarak insanlara para karşılığında aşağılayıcı ve mide bulandırıcı şeyler yaptırıyor.

 

*İngiliz yardım kuruluşu Oxfam, dünyanın en zengin sekiz kişisinin servetinin, dünyanın yarısını oluşturan 3.5 milyar nüfusun servetine eşit olduğunu tespit etti. Rapor bu sene Davos’ta ele alınarak zengin ve yoksul arasındaki uçurumun daratılması için çözüm önerileri üretmesi istendi.

 

Kan ve para…