Çaldıran

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Tarihi verileri incelemek ve onları yorumsuz araştırmayı çok severim. Yıllardır doğu yöremizdeki süren, çeşitli dönemlerde olayları, belirli bir tarihten itibaren yaşananları değerlendirmek istedim. Bunun başında Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya neden yöneldiğinden başlamam gerektiğine inanırım. Çünki Selçuklu Devleti neden Anadolu’ya akmış ve yeni yerleşim alanları aramış, bunu net olarak tarihçiler bahsetmemekte.
Selçuklular’ın oluşturdukları ilk anayurtları Hazar Denizi’nin doğusu ile Sir-i Derya nehrinin arasında kalan bölgede kurulmuş olduğunu biliyoruz. Bu alanın, Özbekistan topraklarının büyük bir bölümünü kapsadığını düşünmekteyim. Bilinen şudur ki, bu topraklar pamuk ekimi için verimli bir yerdir. Ancak, bütün Oğuz beylikleri göçebe yaşadıklarından, tarımsal alanların, bu Türk boyları için fazla öneme haiz olmadığını düşünmekteyim. Belki kuraklık olmuş, tarım sahalarını bırakıp batıya yönelmiş olsalar gerek diye de düşünülebilir. Tarım alanları ve avlak yerleri, asırlar boyu kavimler için, aralarında husumete kadar giden, ana konuları olsa gerek. Yaşadığımız tarihe benzetme yaparsak, yeraltı zenginlikleri, ülkeler arasında sorun yaratılan konuların başında gelmektedir.
Selçuklu’nun, Anadolu’ya avlak ve ekilecek arazi genişletmek amacıyla yöneldiğini düşünmekteyim. Bütün dünyada şehirler ve ülkeler batıya doğru ilerlemiştir, doğuya doğru ilerleyen şehir ve ülke olmadığı söylenmekte. Selçuklu Devleti’nin Anadolu’da 300 yıla yakın hükümdarlık sürmesi ve dağıldıktan sonra çeşitli beyliklerin kurulması sürecinde, Kayı Aşireti’nin Hanı Osman Bey’in kurduğu Osmanlı Devleti, diğer Anadolu beyliklerini de kendisine bağladıktan sonra, batıya yönelip, Bizans İmparatorluğu’nu devirme çabaları 1299’dan 1453’e kadar sürmüştür.
Devamlı batıya yönelik uğraşısı sırasında, doğuda Dulkadiroğulları ve bilhassa Safeviler’i teşkil eden Bâtıni’ler ve Şia meshebinden olan insanların liderliğini yapan Şah İsmail, Saltanat kavgalarından zayıf düşen Osmanlı Devletini doğuda zayıflatmak için, yöredeki değişik mezhepleri kışkırtarak, Osmanlı’ya karşı isyana teşvik eder. Bu isyan Şahkulu’nun liderliğini yaptığı ayaklanmaya kadar devam eder.
Şahkulu, kendine bağlı güçleri ile birlikte Manisa sancağına yürür. Şehzade Korkut’a karşı zafer kazanır. Bu galibiyet onu daha güçlendirir. Oradan Antalya’ya saldırıp Antalya kadısını öldürür. Döner Kütahya’yı kuşatır. Osmanlı yöredeki isyanı bastırmak için birlik gönderir. Bu birliğide bozguna uğratınca, Şahkulu’nun gücü dahada artar. Daha sonra Hadım Ali paşa, Şahkulu’nun birliklerini kuşatır. Burada yenilen Şahkulu ve kendine bağlı Bâtıni birlikleri İran’a doğru kaçarlar. Sivas dolaylarında, Çubukova’da, Osmanlı ordusu Şahkulu ve adamlarını kuşatır. Bu baskında Şahkulu öldürülür ve isyancılar başsız kalınca, İran’a doğru kaçarlar.
Gerçekte bu askerlerin İran’a kadar kaçıp gittiklerine de inanmakta güçlük çekmekteyim. İş bitmişse, liderin gitmişse, dağılmış bir birlik yöreden kalkıp taa İran’a gider mi, gitmez mi bilmiyorum. Kalıp yerleşmesi de bir ihtimal diye düşünürüm. Bu durumun her savaş sonrası yenilen ordu için geçerli olduğuna gönülden inanırım.
Sultan Selim, Anadolu isyanlarına son vermek için 1514 Mart ayında Edirne’den sefere çıkar. Yol boyunca çeşitli beyliklerin kalıntıları ile uğraşarak 5 ayda Çaldıran’a gelir. Şah İsmail de Doğubeyazıt ‘la Tebriz arasında MAKU kasabasında bulunur. 22 Ağustos’ta Çaldıran’da karşılaşırlar. Savaş bir gün sürer. Şah İsmail, Osmanlı ordusunun yorgun olduğundan savaşı kazanacağını düşünür. Ancak günün sonunda Safevi ordusu savaşı kaybedeceğini anlayınca, Şah İsmail kendine sadık birlikleri ile Tebrize kaçar. Sultan Selim 10 gün sonra Tebrize girer. Şah İsmail oradan da İran içlerine doğru kaçar. Bu seferin dönüşünde Sultan Selim Han, Dulkadiroğulları Beyliğine de son verir. Ancak Dulkadiroğulları Beyliği, Diyarbakır, Mardin ve Bitlis’i kapsadığı için, bu beylikte yaşayan halk, Osmanlı tebasına geçer, ancak gerçekte tarih boyunca Osmanlı’ya bir çıban başı olarak kalırlar. Doğuda oluşan her isyanın başında, bu beylikten kalan teba kendini hissettirir.
Bugün de ‘’Çaldıran”ın tarihi dengesini hiç kaybetmediğini düşünmekteyim. Her ne kadar Dulkadiroğulları bugün olmasa da, onların ırkının, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde, son yüz yılda, rolünü eksiksiz oynamakta olduğunu izliyoruz, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Metin Atamer

Çaldıran