Dünden devam, Tuğsuz hikayesi…

YAYINLAMA: 27 Mart 2017 / 20.00 | GÜNCELLEME: 27 Mart 2017 / 20.00

Eski tüfekler, ANAP’lılar Gaziantep’te hem ziyaret, hem ticaret diyebileceğimiz bir toplantı düzenlediler.

Anılarla dolu, nezih bir toplantı oldu.

Bazıları birbirini belki 30-35 senedir görmemişler, hasret giderdiler.

Toplantıyı en arkada, son sırada oturup izledim.

Mikrofonda konuşulanları duyabilmek için bayağı gayret sarfettim. Çünkü herkes birbiri ile konuşuyordu, çalan telefonlara cevap veriyordu, hatır için geldikleri her hallerinden belliydi.

Toplantıya gelen 150-200 kişinin içinde tanıdığım veya göz aşinası olduğum kişi sayısı 10-15 kişiyi geçmezdi. Bundan da anlıyorum ki, çoğu davetli korkusundan demeyeyim de, “Şimdi bu kritik ortamda ne gereği var oraya gitmenin! Duyulur, muyulur, başımız derde girebilir!” düşüncesi ile icap etmemişlerdi.

 

Hayır” diyeceklerin toplantılarına salon tahsisi yapılmıyor.

CHP’nin dışında muhalefete pek olumlu bakılmıyor.

İşte böyle bir ortamda ‘Hayır’ toplantısı yapacaklara 5 yıldızlı bir salonu para almadan “Şeref verirler” diye tahsis etmek her babayiğidin karı değil!

Ancak bu “Şeref verirler” tahsisi haklı nedenlere ve vefaya dayandığını bilmeyenlerin bilmesini istedim.

 

Gaziantep Sanayi Odası’nı kuruyoruz. Ben fikir babasıyım.

Müteşebbis kurulu ben seçtim. Sanayi Odası’nın, Ticaret Odası’ndan ayrılması ve müstakil bir Oda haline gelmesi için büyük mücadele veriyoruz.

İbrahim Tuğsuz müteşebbis heyette yoktu. Sık görüştüğüm merhum Selahattin Ağabey (Öztahtacı) bir gün bana, “İbrahim’i neden almıyorsun? Adam ANAP İl Başkanı. Yardımı olabilir bize” dedi.

Hemen ertesi gün İbrahim Ağabey’e gittim ve konuyu anlatarak bize katılmasını istedim. Kabul etti, hatta, Tuğcan’ın karşısındaki ofisinin bir odasını bize çalışma odası tahsis etti.

 

Başbakan Turgut Özal’ın Malatya’ya gideceğini duyduk.

Başkanımız merhum Sani Ağabey (Konukoğlu) Özal’ın tanıdığı, sevdiği ve çok takdir ettiği bir iş insanıydı. Sani Ağabey gerekli randevuları aldı ve biz iki Mercedes’le Malatya’ya gittik.

 

Sani Ağabey’in Mercedes’inde benden başka merhum Naci Ağabey (Topçuoğlu) ve İbrahim Tuğsuz vardı.

Yolda hemen her şey konuşuldu. Sohbet inanılmaz güzeldi. Sani Ağabey, o kadar hoş ve nüktedan bir insandı ki kelimelerle anlatılması zor!

Kelimeleri tane tane konuşurdu. Üslubuna azami dikkat eden bir İstanbul Beyefendisiydi.

Çok zevkli bir yolculuk oldu. İçimden, “Sani Ağabeyle Çin’e bile arabayla gidilir” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Yolda, İbrahim Ağabey, Sani Ağabey’e Atatürk Barajı’dan bahisle, barajın cebri borularının rahatlıkla Antep’te yapabileceğini anlattı. Hepimiz de dinledik tabii.

 

Malatya’ya varınca sürprizle karşılaştık.

Başbakan Özal’ın yanında hemen kimsecikler yoktu! Antep’e gelecek de Başbakanı rahat bırakacaklar, adamcağız ezilme tehlikesi geçirmeyecek, mümkün mü?

Gerçi şimdi korumalar var, yaklaştırmıyorlar ama o zaman öyle değildi.

 

Fırsattan istifade Sani Ağabey o güzel anlatımıyla Başbakan Özal’a bir saat süren sohbet sırasında eteğimizde ne varsa döktü. Özal çok memnun oldu ve bizi desteklediğini, yardımcı olacağını vaadetti.

Bu sırada bazı Malatyalılar’ın geldiğini ve Özal’la konuşmak için beklediklerini görünce Sani Ağabey’i uyardım ve ayrılmak için ayağa kalktık.

 

Ayak üzeri sohbet sırasında ben Başbakan Özal’a, çok samimi, alçak gönüllü bir insan olmasından da yararlanarak aynen şöyle dedim:
Sayın Başbakan, farkında değilsiniz ama İl Başkanınız etrafınızda pisik gibi dönüp duruyor. Size bir şey söyleyecek, söyleyemiyor” dedim.

Özal çok güldü. Pisik ne demek onu sordu, etraflıca anlattım. Sonra Tuğsuz’a dönüp, “Ne var İbrahim?” dedi.

Tuğsuz da Başbakanı bizden biraz öteye sürükleyerek nerede ise 15 dakika konuştular. Tek duyuduğum, aklımda kalan, “Ben Ankara’ya gelirim efendim” diyerek ayrıldılar.

 

Hikaye uzun…

Atatürk Barajı’nın cebri borularını Tuğsuz yaptı.

Gazeteler, Çiltuğ’un Atatürk Barajı’nda 26 bin ton çelik kullandığını yazdı.

Zannediyorum bu iş Tuğsuz’un kırılma noktası oldu.

Aynı şirket daha sonra çok sayıda barajın cebri boru, kayar kapak, vana, radial ve batardo kapaklarını, bütün mekanik teçhizatlarını başarı ile yaptı.

 

Sırası gelmişken yazıyorum ki, bu anekdotlar internete girsin, tarihte yerini alsın.

Daha var da, bir de Tuğcan Oteli hikayesini yazayım, elim değmişken.

İbrahim Ağabey Atatürk Bulvarı üzerinde satın aldığı iki parsel apartmanın yerine yapacağı otel için ruhsat almıyordu.

Allah uzun ömür versin, Yaşar Ağyüz ruhsatı vermiyordu!

İbrahim Ağabey sıkıntıda, projeden vazgeçmek üzere.

O zaman, gerçi şimdi de böyle, GAP Başkanlığı resen ruhsat verebiliyordu.

GAP Başkanı Taylan Dericioğlu, benim Amerikan Koleji’nden en samimi arkadaşımdı. Kolej’in Basketbol Takımı’nda birlikte oynadığımız için çok sık beraberdik.

Taylan’ın annesi de ünlü MüjganDericioğlu idi. Demirel’in en sevdiği ve değer verdiği Genel Müdürü.

Taylan’a bu konudan bahsettim. “Antep’te 5 yıldızlı otel yapılacak, sıkıntı var, hallet şunu” dedim.

 

İbrahim Ağabey bu konuda benden yardım falan istemedi. Ben kendiliğimden gelin-güvey oldum. Baraj için de benden yardım istememişti.

Her neyse…

Bu konuşmadan 1.5-2 ay sonra Taylan beni Ankara’dan aradı, “Bak Gardaş (Birbirimize öyle derdik) şu anda toplantı halindeyiz. O işi pişirdik toplantıya getirdim. Hala, ‘Hee’ diyorsan şimdi geçireceğiz.

Aman hemen geçirin, dedim ve telefonla İbrahim ağabey’i arayarak olup biteni anlattım, hemen Ankara’ya gidin dedim.

 

Bütün bu güzelliklerin sonunda ne oldu merak edenlere hemen söyleyeyim.

Murphy Kanunu çalıştı…

Hani şu, “Hiçbir iyilik cezasız kalmaz” kanunu…

Yazı uzun oldu, sırası gelince onları da anlatacağım ki, her şey internete geçsin.

 

 

 

 

 

 

Dünden devam, Tuğsuz hikayesi…