Bütün yollar Roma’ya mı çıkar?

YAYINLAMA: 12 Şubat 2018 / 20.00 | GÜNCELLEME: 12 Şubat 2018 / 20.00

"Bütün yollar Roma'ya çıkar!"
Çok bilinen sözdür. Zannedilir ki, İtalya'nın başkenti Roma için söylenmiştir. Ama kastedilen Roma, Nea Roma yani Yeni Roma, yani Konstantinople, yani İstanbul'dur.
Hikayesi ise şöyledir:

Bizans İmparatoru Büyük Konstantin (272- 337), sadece beş bin kişinin yaşadığı Byzantium'u, Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapmak ve yeni bir şehir yaratmak için 324 yılında kolları sıvar ve yedi tepeli şehri 14 bölgeye ayırarak işe koyulur.

Büyük bir saray (İmparatorluk Sarayı), Senato Sarayı, Aya İrini Kilisesi, Kutsal Havariler Kilisesi (bugün yerinde Fatih Camisi vardır), Ayasofya (başlar ama bitiremez), otuz üç bin kişilik bir Hipodrom, su kemeri, kendi adını taşıyan heykellerle süslü bir meydan (Çemberlitaş), annesi Augusteum adına bir meydan inşa edilir ve şehir ülkenin her tarafından getirilen antik sanat eserleri ile süslenir.

Şehrin korunması için eski surlar yıkılır ve yerlerine bugün hiçbir izi kalmayan Konstantin Surları inşa edilir. Ayrıca Ayasofya'nın önünden başlayarak Mese adıyla büyük bir bulvar (bugünkü Divanyolu Caddesi) açılır.

Altı yıl süren faaliyet sonunda ortaya muhteşem ve modern bir şehir çıkar. 11 Mayıs 330 Pazartesi günü geldiğinde yapılan büyük bir törenle Byzantium, Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur ve şehre senatonun da kararıyla Nuova Roma- Yeni Roma adı verilir. Büyük törenlerle kutlama yapılır.

İki yıl kadar geriye döndüğümüzde yani inşaatın devam ettiği sırada bir gün baş mimar Leontius, İmparator Konstantin'e bir konuyu açar:

"Majeste, imparatorluk ailesi yakınlarının, senatörlerin ve devlet ileri gelenlerinin oturması için Kutsal Havariler Kilisesi'nin olduğu bölgeyi ayırdık. Halk için ayrılan bölge ise Küçük Limanla Büyük Liman arası. Gerek Küçük Liman ve gerekse Büyük Liman'ın etrafı ticaret erbabına ve denizcilere ayrılmıştır. Daha sonraki yıllarda yerleşim kendi mecrası içinde devam edecektir. Ancak bir noktaya daha işaret etmem gerekecektir. Bizim kanımıza göre Byzantium dünyanın merkezi haline getirilmelidir. Bunun için önce, halen Kudüs'te muhafaza edilen ve İsa tarafından dokunulduğu için kutsal sayılan bir taş vardır. İsmi Milion. Bu taşın getirilip yıkıntı halinde bulunan tapınağın (O sırada henüz Ayasofya yoktur) karşısına yerleştirilmesi uygun olur. Taşın olduğu yer dünyada (0/Sıfır) noktası sayılmalı ve bütün mesafeler bu noktadan itibaren ölçülmelidir. Eğer bu gerçekleşirse, taşın hemen yanına bir büro inşa edilecektir. Bu büronun görevi başvuranlara o noktadan itibaren uzaklığı ve yolları gösteren haritalar satmak olacaktır. Bir örnek vermem gerekirse, Byzantium'dan Antakya'ya gidecek yolcular ve kervanlar buradan gelip harita satın alacaklar ve Antakya'ya kadar nasıl, hangi yolu takip ederek ve kaç günde gideceklerini bileceklerdir. Ayrıca yollar üzerinde konaklama yerleri de işaret edilecektir. Böylece Byzantium dünyanın merkezi haline gelecektir."

Gerçekten aynen öyle olur. Milion Taşı Kudüs'ten getirilir. Ayasofya'nın karşısına yerleştirilir. 1453 yılına kadar o taşın bulunduğu yer artık dünyada (0) noktasıdır. Onun için "Bütün Yollar Roma'ya çıkar", sözü Nouva Roma- Yeni Roma yani Konstantinople yani İstanbul için söylenmiştir.

Başka bir ülkede olsa, ışıklarla aydınlatılan, özel önem verilen bir müthiş turizm cazibesi ve para basma makinesi haline getirilecek olan Milion Taşı, Ayasofya'nın karşısında pek de fark edilmeden, 1683 yıl boyunca ve zannımca boynu bükük öylece durmaktadır. Üstelik ismi yanlış yazılan tabelasıyla..

 

 


Taciz!..

İngizliz Times gazetesinin haberini okuyunca irkildim.
İngiltere’nin en büyük yardım kuruluşu Oxfam’ın elemanları yalnız geçen sene 120 taciz vakası ile suçlanmış.
Bu kuruluş 2010 yılında 200 bin kişinin öldüğü Haiti depreminde hayat kurtarırken hayat kadınlarıyla ilişkileri var diye suçlanmışlardı.

Şu hale bakın...
Dünyanın çivisi çıkmış!..
İngiliz Bakan bile dayanamamış, “Böyle giderse yılda verdiğimiz 32 milyon Pound yardımı kesebiliriz” demiş.

 

 

 



Dış basında Suriye

Aynı gazeteden devam edelim.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Suriye, F-16 bir savaş uçağımızı vurdu. Uçağımız bizim sınırlarımız içine, Kuzey İsrail’e düştü. Pilotlarımız yaralı olarak kurtuldular. İlk kez bir uçağımız düşürüldü. Ancak saldırılara sessiz kalmadık. Belki de onlarca yıl sonra ilk kez Suriye topraklarında bu kadar geniş bir alanda hedefleri vurduk. Bu arada Suriye-İsrail sınırına tecavüz eden İran’a ait bir dron’u da kendi topraklarımıza çekerek etkisiz hale getirdik” dedi.
Netanyahu’nun önemli bir notu ise, saldırıdan İran ve Suriye’yi sorumlu tuttuğu ve İran’ın Suriye’yi kendine bağlama emellerine asla izin vermeyeceğinin ifadesi oldu.

Barış isteyen Netanyahu’ya ilk destek ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. İsrail’in kendisini savunma hakkını desteklediğini, saldırıdan İran’ı sorumlu tuttuklarını açıkladılar.
Putin, Netanyahu ile telefon konuşmasında, “Tehlikeli tırmanıştan” kaçınmalarını önerdi. Rusya, Suriye çatışmasında Esad’a destek veriyor.

Kısa özet bir yorum:
Suriye karışmadan önceleri halk yüksek işsizlik, yaygın yolsuzluk, özgürlüklerin olmayışı ve devlet baskısı nedeniyle Esad’dan şikayetçiydi.
Mart 2011’de, Arap Baharı’ndan esinlenen demokrasi yanlısı gösteriler güneydeki Deraa kentinde patlak verdi.
Hükümetin, muhalefeti ezmek için aşırı güç kullanması ülke çapında protesto gösterilerine yol açtı.

Huzursuzluk yayılırken, Esad “Dış destekli terörizmi yok edeceğim. Devlet kontrolünü yeniden tesis edeceğim” diye daha da sertleşti.
Muhalefet silahlandı ve iç savaş başladı. Diğer ükeler de müdahil olunca ortalık ‘Kel Ali’nin bağına’ döndü!
Şimdi Suriye’de sahada Türkiye, Rusya, ABD, İran ve İsrail var.
Ne İran, ne ABD, ne Rusya, Suriye’ye komşu değil. Ama en çok onlar söz sahibi.
Suriye ile 910 km sınırı olan Türkiye’ye ise “Sen yerinde otur, karışma” denmek isteniyor!

Kılıçdaroğlu’nun, “Suriye ile diyalog kurun” demesini yadırgıyorum. Durum ortada!
Savaşta her şey mübahtır! Her türlü anlaşma olabilir. Ama böyle, alenen karşıya haber verircesine, “Biz sizinle diyalog kuracağız ha..” denmez ki!

Afrin harekatı ne pahasına olursa olsun başarıya ulaşmak zorundadır.
Burada artık bir siyasi partinin yararı değil, ülkenin yararı, selameti söz konusudur.












Bütün yollar Roma’ya mı çıkar?