Zina

YAYINLAMA: 03 Şubat 2021 / 17.29 | GÜNCELLEME: 03 Şubat 2021 / 17.29

Son günlerde hepimiz evin içine bağlı yaşamaya başladık. Ev içinde dört duvar arasında yapılabilecek fazla bir meşgale olmadığı kanaatindeyim. Hemen hemen her evde gündüz seyredilecek bazı ekran programları var. Genelde bayanların izlemekte olduğu bu programlar, çoğunluğuyla genç yaşta evden kaçıp evlenen kadınların hayatları. Bu kadınların umdukları hayatı bulamadığından olsa gerek, eşini ve çocuklarını bırakıp, bir başka erkeğe kaçmaları izlenmekte. Bir annenin en sevdiği varlığı, kendi canından olan çocuklarını bile, bir başka erkekle istikbal arama adına terk etmesini konu almakta, bu programlar.

Nasıl olur diye düşünmeyin. 1926 senesinde Türk Ceza Kanunu 440 Sayılı Kanuna bir madde ilave edilerek, aile birliği ve aile bütünlüğünü sadece kadınların sırtına yükleyen bu kanunla kadının zina yapmasını kanunen yasaklamış. Ancak kanunu inceleyen bazı vekiller, aile birliğini korumanın sadece kadının sırtına yüklenmemesi gerektiği üzerinde oluşan düşünce ile yeni bir kanun teklifinde bulunurlar. Bu kanun, 1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen 765 Sayılı Kanunla, mevcut sorumluluğu kadın ve erkeğe eşit dağıtır, ‘’Zina eden karı veya koca hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezası tertip olunur. Karının veya kocanın evli  olduğunu bilerek, bu fiile ortak olan kimse hakkında da aynı ceza hükmolunur‘” denilerek aile birliği bir nebze korunmak istenilmiş.

Zaman içinde Avrupa Birliğine girmek için bir çok yolları kabul eden yönetimler, bir çok kanunları Avrupa Birliğine uyum adına değiştirmiş, hatta bazı kanunlarımızı da ‘’YOK‘’ sayacak hükümleri kabul etmiş. Uyum yasalarının biri de zinayı suç olmaktan çıkaran bir kanun.  4.11.2004 tarihinde yayınlanan 5252 Sayılı Kanun, 1926 senesinde ULUS devleti bir arada tutacak aile birliği için, ZİNAnın her iki taraf için de suç olduğunu kabul eden 765 Sayılı  kanun için, MÜLGA kanunu olarak tanımlanır. Ha bu cezalar varken zina suçu işlenmiyor muydu?   İşleniyordu, ama halk bu kanundan korkmaktaydı. Bu nedenle aile birliği bir nebze koruma altında alınmıştı.

Ancak 5252 Sayılı Kanun, insanların nikahsız yaşam tercihini, bu kanunla serbest kalmalarını sağladı. Ancak ,kültür seviyesi düşük toplumlarda bu serbestiyetin nasıl kullanılması gerektiği üzerinde derin endişelerim bulunmakta idi. Ben haklı çıktım.

5237 Sayılı Kanunda belirtilen din görevlilerinin resmi nikah olmadan dini nikah kıymaları,  kanunun 230’uncu maddesinin 5 ve 6 fıkrasınca suç olarak tanımlanmasının, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinin, Türk Aile yapısına yapılan en büyük ihanet olduğuna inanmaktayım. Yüzbinlerce yıkılan aile yapısının temel depremi ZİNAnın suç olmaktan çıkarılması, birden fazla evliliklerin, hatta bu konuda etken imam nikahı ile yapılan birlikteliklerin suç olmaktan çıkarılması, ülkemizdeki aile yapısına 1926’dan bu yana indirilen en büyük darbedir.

Sığınma evlerinde, hatta yetim çocukların bırakıldığı bakım evlerinde, binlerce korumasız, istikbali çalınmış çocuklar üretildi. 2001 yıllarında iktidara gelen yönetim, parmakları ile 3 rakamı gösterip, en az 3 çocuk yapın diye toplumu gıdıklaması ile, 2004 yılında zina suç olmaktan çıkınca, evlilik dışı meydana gelen çocukların sayısında patlama oldu. Son 18 yılda 10 milyona yakın bir nüfusun artmasındaki temel çarpıklık, bu konulara dayanır.    

Her değişik kültür yapısında ‘aile’ anlamı bir başka şekilde tarif edilir. Mesela Eskimoların uzun kış gecelerinde iglolarına gelen misafirlere, eşlerini sundukları söylenir. Bazı ülkelerde nikahsız çiftlerin yaşaması ve çocuklarının olması yorumlanmaz. Bazı ülkelerde ise aile anlamı, ekonomik yapı ile bağlıdır. Bazı ülkelerde evli çiftlerin elde ettikleri kazançlar, toplanarak vergilendirilmesi ile ödedikleri vergi artınca, resmi evlilik yapmayı bıraktıklarını bilirim.

Ancak ülke yapısının kültür seviyesi önemlidir. İlkokula bile gitmeyen, adını yazamayan, imza yerine parmak basan insanların, hangi mantık süzgeçleri ile aile yapısında doğru olan yapıyı kurmayı denediklerine şahit olmaktayız ?

Bu çarpık düşüncede olan insanların aile yapısını dikkatle araştırmak gerekir. Genç kızların yaşadığı aile içinde çocukluk döneminde geçirdiği dini baskılar, kimi zaman ters tepki verir. Bazen evde yaşadığı ortamdan aşırı rahatsızlık duyarlar ve bunun tepkisi olarak küçük yaşta evden ayrılabilmek adına, gözüne kestirdiği bir genç erkekle kaçmayı denerler. Bir boşlukta eylemini gerçekleştiren genç kız, daha sonra kaçtığı erkeği de bırakıp, evli çocuklu bir başka adama kaçmayı sıradan bir davranış gibi yapar.

Aslında iffet ve namus için sembol, yaşadığı aile yapılarında hep baş örtüsü olarak öğretildiğinden, çocukluktan başlayarak öğretilen bu sembol; baştaki saçların örtülmesi önem arz eder. Gerisinin önemi yoktur. Aile yapısının parçalanmış olması, çocukların geleceklerini hiçe saymak adına, birkaç kişi ile dini nikahlı birliktelikler oluşturmasının, kendi aile tanımına uyduğunu ifade ederler. Yeter ki başlarındaki saçların sıkı sıkı örtü altında bulunması kifayetlidir. Aile bütünlüğü ve ulus devlet kavramlarını koruma adına 765 Sayılı Kanunu teklif eden değerli milletvekillerini her daim anmaktayım, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

Zina