Oda seçimleriyle ilgili düşüncelerim

YAYINLAMA: 01 Temmuz 2012 / 20.00 | GÜNCELLEME: 01 Temmuz 2012 / 20.00

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ICC (Uluslararası Ticaret Odası) yönetim kurulu üyeliğine seçildiğini okuyunca, “Eh, bu iş vuzuha kavuştu” diye düşündüm!
                                                        ***
Oda seçimleri güya bu sene Kasım ayında yapılacaktı.
Ertelediler.
İki sebep ileri sürüldü. Birincisi AB normlarına göre yeniden düzenlenen NACE kodlama sitemi seçimlere yetişemeyecekti. İkincisi, bir önceki seçimler birkaç ay geç yapıldığı için Kasım 2012’de 4 yılı doldurmuyordu. Dendi ki, seçilenler 4 yıl için seçiliyor, buna uyulmalı. Seçimler 2013’te olmalı.
Haklıydılar, zaten böyle olacağı da belliydi.
Nereden mi?
Birkaç ay önce Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın durup dururken Türkiye genelindeki oda, borsa ve TOBB seçim sürecinin ertelenmesinin söz konusu olamayacağını söylemesi, bence tersinin olacağına en iyi kanıttı!
Nitekim öyle de oldu.
                                                        ***
Ancak perde arkası biraz daha alengirli!..
Yeni yasaya göre, TOBB’a bağlı 365 oda ve borsa başkanının yüzde 80’inden fazlası bu sene Kasım ayında yapılacak seçimle yenilenecekti. Odalarda seçimleri düzenleyen 18’inci madde 2 dönem üst üste başkanlık yapanların yeniden seçilmesini yasaklıyor. Madde şöyle: “Üst üste iki dönem yönetim kurulu başkanlığı yapmış olanlar, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemezler. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu dâhil yönetimin önemli bir kısmı seçimde yasa gereği görevi bırakmak zorunda kalacak, TOBB’un 15 kişilik yönetim kurulunda 12 kişi değişmiş olacaktı. TOBB ve Odalar için yeni bir tarihi dönemeç olacağı düşünülen bu seçimler, aynı zamanda bir değişimin de başlangıcı olacağı tahmin ediliyordu.
                                                       ***
Ama değişen bir şey olmayacağa benziyor.
Çünkü, Eylül 2012’den itibaren Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları kabul etmeye başlıyor. Büyük olasılıkla 18. madde iptal edilecek. Böylece, GTO için lüzumsuz başkan aramalarına, polemiklere son verilecek. Zaten GSO için böyle böyle bir durum söz konusu bile değil. Orada herşey nizam, intizam ve de ileri demokratik disiplin içinde yürüyor.
                                                        ***
TOBB’a gelince, Rifat Hisarcıklıoğlu için ICC prestijli ve de önemli bir görev.
Hisarcıklıoğlu bu görev için Vahap Munyar’a şöyle diyor:
TOBB adına 3 yıl süre ile görev yapacağım. İkinci kez de seçilmek söz konusu olabiliyor.
Sizce, Hisarcıklıoğlu bu göreve Başbakan Erdoğan’ın oluru olmadan seçilmiş olabilir mi?
Yani, bir gün bir yerde karşılaşınca, “Efendim, ben de ICC yönetimine seçildim, çok gururluyum” diyebilme hakkına sahip mi? Böyle bir şey düşünülebilir mi?
Demek ki onun da devam edeceğini tahmin etmek kehanet sayılmaz.





Euro 2012


Öf be nihayet bitti de kurtulduk!
Seyretmesen bir türlü, seyretsen bir türlü.
Cüneyt Çakır’ın yönettiği maçları da stress içinde seyrettim.
Aman hata yapmasın duaları ile, pozisyon tekrarlarında yürek çarpıntısıyla nasıl bir maç izlenirse işte öyle seyrettim.
Mehmet Özil’i de aynı duygularla takip ettim. Hep başarılı olmasını istedim.
Cüneyt Çakır da, Mehmet Özil de son derece başarılı oldular, eminim Avrupalılar’ın gönüllerini fethettiler.
                                                     ***
Cüneyt Çakır, yarı finalde İspanya ile Portekiz’in oynadıkları rezil maçı sinirlenmeden, provokasyona aldırmadan gerçekten başarılı yönetti. Zaten UEFA’dan da 8.5 not aldı, final maçına da 4. hakem olarak çıktı.
Ne İspanyol, ne de Portekizli oyuncular iyi niyetliydi. Zaten maçta son derece zevksiz ve kalitesiz geçti.
Portekizli taraftar hakemimizi, özellikle ilk dakikalarda sürekli protesto etti. İki Portekiz gazetesinin yaptığı yalan ve çirkin yayın az daha felakete sebep olacaktı.
Ne ilginçtir ki, maçta hiçbir hata yapmayan, zaten doğru dürüst gol pozisyonunun da bulunmadığı oyunda, her iki ülkenin de gazeteleri Cüneyt Çakır’a düşük not verdi. Belli ki bir ‘günah keçisi’ aranıyordu, ama bulamadılar!
                                                        ***
Yarı finalin kahramanı, en değerli oyuncusu İtalyan Mario Balotelli idi.
İtalyan Pirlo’nun olağanüstü oyunu, Mario’nun iki şık golü Panzerleri ve Şansölye Merkel’i üzmeye yetti.
Almanlar’ın yeneceğini tahmin ederken hiçbir varlık gösterememeleri benim için sürpriz oldu. Ama tesellim, Mehmet Özil’in Almanlar’ın tek sayısını kaydetmesi oldu.

Asıl yazmak istediğim, İtalyanlar’ı finale taşıyan Mario’nun Ganalı, Almanlar’ın en iyisi Özil’in Türk olması.
‘Üstün ırkın’ takımında bakın daha başka kimler var: Tunus kökenle Sami Khedira, Polonya asıllı Klose ve Podolski Gana kökenli siyahi futbolcu Boateng…
1936 Olimpiyatları’na damga vuran ve günümüze kadar gelen olay da ABD'li siyahi atlet Jesse Owens'ın çıplak ayakla dört altın madalya kazanıp, rekorlar kırması ve ırkçı Hitler'in stadyumu terk etmesine sebep olmasıydı.
Nereden nereye…
Fransız takımında da dikkat ettiyseniz bir tane bile beyaz yoktu!
                                                          ***
Önceki sene Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldıran İnter’in ilk onbirinde de hiç İtalyan yoktu!
Kulüp takımları tamam, ama Milli Takımlar’ın da kulüp takımlarına benzemesi, ortaya heyecansız maçların çıkmasına sebep oluyor.
Bilmiyorum, ben hiç keyif almadım, belki de biz yokuz diye!

Not: Bu yazı dün İtalya-İspanya final maçı oynanmadan yazıldı.







Oda seçimleriyle ilgili düşüncelerim