‘Namert’ kim?

YAYINLAMA: 03 Temmuz 2012 / 20.00 | GÜNCELLEME: 03 Temmuz 2012 / 20.00

Geçen hafta dört gazeteci için Beşşar Esad ile sağlanan randevu bomba gibi patlamıştı. Ancak, iki gazeteci telkinler üzerine Şam’a gitmekten vazgeçmiş, Habertürk yazarı ve İngiliz ‘Economist’ dergisinin Türkiye temsilcisi Amberin Zaman, Londra’dan görüşme için onay beklerken Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer Şam’da Esad’la görüştü bile...
                                        ***
Dün görüşmenin ilk bölümü yayınlandı. Çok ilginçti. Bugün de ikinci bölümü yayınlanacak. Bu bölümde Esad, Erdoğan ile ilişkilerini anlatacak. 
                                         ***
Ne oldu da kardeşlikten düşmanlık doğdu?
Bu soruların yanıtını herkes merakla bekliyor.
                                         ***
Keşif uçağımızın düşürülmesini Beşşar Esad şöyle açıklıyor: “Uçak İsrail uçaklarının daha önce 3 kez kullandığı koridoru kullanıyordu. Radarlarımızda görmediğimiz ve bilgi de verilmediği için askerler düşürdü. Türkiye’ye ait olduğunu düşürdükten sonra öğrendik. Yüzde yüz ‘Keşke düşürmeseydik’ diyorum. Bu sistemler asla 2.5 km’den fazla uzaklıktaki bir hedefi vuramaz. Normalde uçak düşüremezler. Tek bir koşulu vardır. O da, çok alçaktan yaklaşıyorsa. Bu uçak çok alçakta uçuyordu ve sahile yaklaştığı anda düşürülmüştür. Barış zamanında dost bir ülkeden gelirse onu düşürmeye gerek yoktur. Hele Türkiye’den geliyorsa düşürme mantığı hiç yoktur. Ancak herkesin bildiği bir gerçek var: Biz savaş durumundayız. Dolayısıyla kimliğini bilmediğimiz her uçak düşman uçağıdır. Bu durumda da asla merkezi bir kararla olmamıştır. Çünkü uçak çok alçak uçtuğu için ne bölge ne de merkez radarlar bunu görebildi. Biz bu uçağın düştüğü haberini aldığımız anda Türkiye bir uçağının kaybolduğunu söyledi. Türkiye bu açıklamayı yaptıktan sonra yani uçağın kaybolduğu bilgisi geldikten sonra “Bu Türk uçağıdır” dedik. Hiçbir Türk yetkili bizi aramadı. Biz onları aradık. Türk hükümetinin kararıyla bir süredir Türk ordusu ile ilişkilerimiz kesik. Bu yüzden Dışişleri Bakanlığınızı aradık. Saatler sonra bize dönerek cevap verdiler. Arama kurtarma botlarının gönderildiğini söylediler. Bir kez daha belirteyim: Biz uçağı düşürürken kimliği konusunda en ufak bilgimiz yoktu. Burada çok bilinmeyen önemli bir nokta var. O da şu: Türk uçağının geldiği güzergâh İsrail uçaklarının daha önce 3 kez hava sahamıza girmeye yeltendiği güzergâhtır. Dolayısıyla o taraftan gelen bir uçak, Suriye askeri açısından İsrail uçağı olarak algılanıyor. Düşman uçağı olarak kabul edildi ve hızlı biçimde tepki gösterildi, ateş edildi. Merkezi radarda görünseydi uyarılırdı. Ancak uçaksavar bataryasında oturan askerin önünde radar yoktur. Kural olarak tersi talimat yoksa gördüğü uçağı düşürür mutlaka. Çünkü gördüğü ile vurduğu arasındaki süre üç beş saniyelik çok kısa bir süredir. Yetki de oradaki askerdedir. Böyle durumlarda askeri kurallar uçağın modeli, yapısı, görevi, silahlı olup olmadığıyla sınırlı değildir. Uçaksavar bataryasındaki askerin bu uçağın ne taşıdığını, füzesi olup olmadığını, keşif amacı olup olmadığını görmesine imkân yok. Bileceği tek şey var. O uçağın Suriye hava sahasına girdiği ve kendisine doğru yaklaştığı. Bunu görerek tepki göstermiştir. Eğer askeri makamlarımız arasında ilişki olsaydı, Türk tarafı bize uçacağını önceden bildirir ve biz de ona göre davranırdık. Türk tarafının açıklaması gereken temel gerçek, bu uçağın özellikle o bölgede ne yaptığıdır? Biz fazla sorgulamak istemiyoruz ve konuya gelip geçti gözüyle bakmak istiyoruz.”
                                                 ***
İşte özetle Beşşar Esad’ın söyledikleri bunlar.
Esad, sütten çıkmış ak kaşık bir adam değil. Ülkesini nasıl yönettiğini biliyoruz. Söyledikleri doğru mu, bilmiyorum. Ama konuşma fırsatı verilmeseydi, ne söyleyeceği hep müphem kalacaktı.
                                                 ***
Başbakan Erdoğan henüz bu röportaja tepki vermedi. Ama önceki gün ABD’li gazete Wall Street Journal’ın yazdıklarının yalan olduğunu ağır bir dille ifade etti ve ‘namertlik’le suçladı.
Bence ‘namertlik’ suçlamasının adresi gazete değildi. WSJ aracılığı ile ‘ona’ namert dedi!
Çünkü ‘namert’ genellikle bir insan için kullanılır, bir mevkute için kullanıldığı pek duyulmuş değildir. Gazeteler için daha başka kelimeler kullanılıyor!
                                                      ***
WJS, yani The Wall Street Journal, 8 Temmuz 1889 yılından beri Amerika Birleşik Devletleri merkezli uluslararası yayınlanan günlük finans ve haber gazetesi.
Okur profili, yaklaşık yüzde 60 üst yönetimde olan kişilerden oluşmaktadır. Okurların $191,000 ortalama geliri var. Yaş ortalaması ise 55. Gazete, Pulitzer Ödülü'33 kez kazanmıştır.
WSJ, ABD’nin en etkili 3 gazetesinden biri olup, sahibi 2007’den beri Rubert Murdoch’dır.
                                                       ***
Murdoch’ın Washington’daki ‘Neo-Cons’ denilen savaş yanlısı, muhafazakar, kapitalizmin sert uygulayıcısı çılgın kadrolarla içli-dışlı olduğu biliniyor.
İşte bu nevi istihbaratlar hep Murdoch’ın gazetelerinde yayınlanıyor.
Geçen Mart ayında Murdoch, İstanbul Sabah’ı almak için Türkiye’ye gelmiş ve Erdoğan’la görüşmüş, eli boş dönmüştü.
Buraya kadar her şey normal. Türkiye, kendi menfaatları için bazı olayları saptırabilir de. Büyük bir gerginlik yaşıyoruz, her an herşey olabilir.
Benim anlamadığım ise şu:
Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu hem İsrail, hem Suriyeci olmakla suçlayarak; ABD, İran, Rusya, NATO gibi dev kurumların içinde bulunduğu uluslararası gerginliği garip bir manevra ile yerelleştirdi ve alanını daralttı. Pek oynacak yeri kalmadı!







Kibirli olma, sıra sana da gelecek!..


Nicolas Sarkozy, 2 ay önce Avrupa’nın en güçlü lideriydi. ABD’nin çok iyi dostu ve Avrupa ilişkilerinde en sadık işbirlikçisiydi.
NATO’yu da kullanarak Kaddafi’yi linç ettirerek öldürtüp, elinden dünyanın en kaliteli petrolünü alan, Avrupa’ya, AB’ye kaba diplomasisiyle hakim olan, yerden bitme, ‘bitirim’ bir politikacıydı.
Güzel bir mankenle evlendi. İngiltere’yi Carla ile birlikte resmen ziyaret ettiğinde, iki ülke tarihinde görülmedik bir ilgiyle karşılandı.
Fransa tarihinde hiçbir başkana nasip olmayacak şekilde lüks içinde yaşadı. Alışıla gelmişin çok dışında, otoriter tavrıyla, astığı astık, kestiği kestik bir yaşam sürdü.
Bundan sonrası mı?
Rakibi yüzde 52 aldı, kendisi yüzde 48! Yani Sarkozy, yüzde 2,1 fazla oy alsaydı, değişen bir şey olmayacaktı!
Karadenizli’nin kulakları çınlasın: Ne oldi?
Karizma çizildi, polis Sarkozy’nin evinde ‘yolsuzluk, hırsızlık’ iddiaları ile arama yaptı.
Strauss Kahn gibi eline kelepçe takılıp gözaltına da alınır mı bilmiyorum.
Bildiğim ise, bu dünyanın etme-bulma dünyası olduğu.
Çiş etmeye 100 dolarlık banknot verenlerin, parasının hesabını şaşıranların, kendini herşeyin sahibi görenlerin bütün bu olup bitenlerden ders almaları.
                                                    ***
Ne oldum deme!
Ne olacağım de.









‘Namert’ kim?