Aydınlık Göründükçe Karanlık Titrer!
Zaman ve mekanlar ne çabuk sönümleniyor değil mi? Dünyamıza musallat olan gözü kapalılık ve koşturmaca belası ihtiyaç duyduğumuz çokça şeyi inceltirken, hayatsa buhar olup gözlerimizin önünden usulca yok oluyor. Uzun süredir içimizde, dışımızda ve dünyamızda çoklu krizler ve kozmopolit fırtınalar esiyor. Ruhlarımız dövülüyor uzun zamandır. Karanlık alanlara tıkılmış ve gölgelerin sesine itimat eden sahte mutluluklar üreten sistemin sarmalındayız. Kim ne kadar acı çektiğinin artık bilincinde değil. Acının gerçek nedenini bilmekten korkuyoruz. Ama aç gözlülüğün, ihtirasın, bireyciliğin, bağımlılığın ve tüketimin tiryakisi olmaktan korkmuyoruz.
Evrenin bize uzanan kapılarına hiç de öyle kolaylıkla ulaşılmıyor. İnanmıyoruz sulara gömülü kocaman yaşamların olduğuna. Hayatı yaşıyor gibi yapıp, aslında hissetmeden atlatıyoruz. Varoluşun birçok formunu kendimiz istismar ediyoruz. Karanlık ve koyu çığlıklar köklerimize oldum olası işlenmişti zaten. Düşüncelerimiz hep çıplak ve kara kuru bırakılarak; kendimiz olmak dışında, kendimizi okumamız ve kendimizle buluşmamıza koyu engeller konmuş.
Toplumların geniş bir kesimi “modern dünyada,” hayati güce sahip esas dokusuna yabancılaştırılıyor. Gizlice yaşama(ma)ktan başkaca bir şey bilemeyen hale sokulduk. Her sürecin karakteri, her çağın ayrışan ve benzeşen durakları vardır elbette; ve bunlar bireysel ve toplumsal algılarımıza, duyarlılık ve ilgilerimize illaki doğrudan müdahil oluyor.
Bir şeyler bizi öyle tek yanlı ve kendisi gibi yapmış ki, aydınlıktan, sudan, güneş ve kaçan şeylerden bihaberiz. Oysa şarkısını söylüyor bizimle büyüyen ot, hiçbir şey atlamadan boy atıyor başak tanesi… Buralardan çıkış elbette var.
Şöyle ki kolektif bir sistemin dinamik parçası olmak durumundayız. Çünkü biz doğada bir toz etkisi bırakmıyor, tek başımıza okyanusta bir kum tanesi bile değiliz. Bu yüzden yakılan, yıkılan ve kurutulan her bir umut ve canlılık bizi paralamadan geçmiyor. İçimizdeki yankı, kuruyan hayatların sesidir, soluğu isyan eden duygular ve kendini yeniden inşa edemeyen düşünce özümüzü tırmalayıp, sızılarımızı patlatmaktan geri durmuyor. Doğayı, çevreyi, bulutun hızını, güneşin duruşunu ve hayatı kendimize uyduramayız. Bükemeyiz onların belini.
Her şeyin sonsuz olduğunu biliriz. Çünkü biten her an, dalga dalga yeniden çoğalır. Böylece ay ışığı, batan güneş, sönen düşler, irkilen umutlar durmaksızın parıldar. Hayatın ilkesel şifreleri, umut, sevinç, özgürleşmeler ve barışıklığın hazinesidir. Doğa, emek, edebiyat, sanat, toplum, yaşam, çocuk, kadın…dediğimizde bir yerlerimizin beslendiğini, yaşama dayalı damarcıklarımızın uyandığını duyumsarız. İşte o vakit kim varsa, ne varsa gelir artık. Mesela, üstümüze bir aydınlık çöker ve tüm karanlık titrer.
İşte olduğumuz dünyanın gelgitlerine tanık olmak zorundayız. Kutuplarıyla haşır neşir, hesaba katılmayan tarihi ve göz ardı edilen inançlara tahammülü çoğaltmalıyız Yok sayılan kimlikler, horlanan kültürel renkliliklerle uyumlanmak zorundayız. Her ırmak tanımadığı yağmurla var olur. Ondan dolayı biliriz; üstün olan hiçbir şey yoktur. Biz hala eski insanların bilgisini kullanıyoruz, Bilgilerimiz, bilinçlerimiz kefenlenemez, çünkü atalarımız onları dünyanın her karış toprağında kökleştirdiler; Her sevinçte, coşkuda, umutta, aşkta, kaygıda, korkuda insanın doğası vardır.
Biz bilmeliyiz ki (kabullenmesek de…) inançlar, fikirler, motivasyonlar, hayaller ve aklımız birbirine ön yargılarla dolu farklılıkların organize olduğu karışımlardır.
Yıldızların nezaketi gibi, sokağa taşan yabanıl kokular gibi ötekilerle sarmaş dolaş olmalıyız. Ayrımcılığa maruz kalanla, sömürülen, baskı ve tahakküme tabi tutulunla seller sular gibi birbirimize akıp, bizi sindiren koyu tutsaklığa kafa tutmalıyız. Üzüntüler ve sevinçlerle “bol kepçe ortaklaştıkça” havası güzelleşecek dünyanın, birlikte soluyacağız o mis yaşamın mutluluklarını. Her şeyin diğerinin altınımsı besini olduğunu unutmayalım! Unutma, “beni sen doğurdun, sen ise başkasıyla doğdun!”
Aslında çok şey istemedik! Tıpkı Marx’ın dediği gibi “insanın kendini amaç olarak alıp kendi güçlerini geliştirerek gerçek özgürlüğe ulaşması gerekiyor.”